ISSN - 1302-6631
ANADOLU PSİKİYATRİ DERGİSİ Anatolian Journal of Psychiatry
Cilt. 18 Ek sayı. 3 Vol. 18 Supplement. 3
EKİM 2017 OCTOBER 2017
23. ULUSAL SOSYAL PSİKİYATRİ KONGRESİ VE 1. RUHSAL İYİLEŞTİRİM KONGRESİ ÖZEL SAYISI 16-19 Kasım 2017, KOCAELİ (KOCAELİ ÜNİVERSİTESİ BAKİ KOMSUOĞLU KÜLTÜR VE KONGRE MERKEZİ)
PANELLER, SÖZLÜ BİLDİRİLER, KURSLAR
23rd NATIONAL CONGRESS OF SOCIAL PSYCHIATRY and 1st CONGRESS OF PSYCHIATRIC REHABILITATION (Special Issue) November 16-19, 2017, KOCAELI PANEL DISCUSSIONS, VERBAL PRESENTATIONS, COURSES
ISSN - 1302-6631
ANADOLU PSİKİYATRİ DERGİSİ Anatolian Journal of Psychiatry Cilt. 18 Ek sayı. 3 Vol. 18 Suppl. 3
Ekim 2017 October 2017
İKİ AYDA BİR YAYIMLANIR / BIMONTHLY EK SAYI YAYIN YÖNETMENLERİ / EDITORS IN CHIEF (SUPPL. ISSUE) Prof. Dr. Orhan DOĞAN, Prof. Dr. Mustafa YILDIZ
EK SAYI YAYIN YÖNETMENİ YARDIMCILARI / ASSOCIATE EDITORS (SUPPL. ISSUE) Fatma KİRAS, Betül ABUT, Aysel İNCEDERE, Yasemin DEMİR, Kerim PATIR
23. ULUSAL SOSYAL PSİKİYATRİ KONGRESİ VE 1. RUHSAL İYİLEŞTİRİM KONGRESİ ÖZEL SAYISI 16-19 Kasım 2017, KOCAELİ (KOCAELİ ÜNİVERSİTESİ BAKİ KOMSUOĞLU KÜLTÜR VE KONGRE MERKEZİ)
PANELLER, SÖZLÜ BİLDİRİLER, KURSLAR
23rd NATIONAL CONGRESS OF SOCIAL PSYCHIATRY and 1st CONGRESS OF PSYCHIATRIC REHABILITATION (Special Issue) November 16-19, 2017, KOCAELI PANEL DISCUSSIONS, VERBAL PRESENTATIONS, COURSES İngilizce Dil Editörü (English Language Editor): Doç.Dr. Lut TAMAM Yazışma adresi/Editorial correspondence: Prof.Dr. Orhan DOĞAN, CÜTF Psikiyatri ABD 58140 Sivas/Turkey Phone & fax: +90 3462191574, E-mail:
[email protected] http://lokman.cu.edu.tr/ps k yatr /der ndex/apd/
http://www.ps k yatr d z n .org/journal_deta ls.php?journal d=4
Sahibi: ESFORM Ofset Ltd. Şti. Adına M. Ruhi HEPGÜNER, Sorumlu Yazı İşleri Md.: Tevfik YURDAGÜL, Dizgi: Orhan DOĞAN, Baskı: ESFORM Ofset, SİVAS Tel: +90 346 2262421 E-posta:
[email protected] ANADOLU PSİKİYATRİ DERGİSİ PsycINFO, Index Copernicus, EMBASE, Scopus, TÜBİTAK Türk Tıp Dizini, Türk Medline, Thomson Master List, Science Citation Index-Expanded (SCI-E)(SciSearch), Journal Citation Reports (JCR), CIRRIE Database of International Rehabilitation dizinlerinde yer almaktadır.
Anadolu Psikiyatri Derg 2017; 18(Ek sayı.3):A1
ANADOLU PSİKİYATRİ DERGİSİ Anatolian Journal of Psychiatry ISSN - 1302 - 6631 Cilt. 18 Ek sayı. 3 Vol. 18 Suppl. 3
EKİM 2017 OCTOBER 2017
İÇİNDEKİLER / CONTENTS PANELLER / PANEL DISCUSSIONS Sosyal psikiyatrinin dünü, bugünü ve yarını Orhan DOĞAN
……………………………………………………………………………………………………………
S2
Kalp ve damar hastalıklarında cinsel işlev bozukluğu Demet SAĞLAM
………………………………………………………………………………………………………….
S3
Nörolojik hastalıklarda cinsel sorunlara yaklaşım Filiz CİVİL ARSLAN
………………………………………………………………………………………………………
S4
Gündüz kliniği tedavisinin 10 yıllık izlemi Nursu ÇAKIN MEMİK …………………………………………………………………………………………………….
S5
Dikkat eksikliği hiperaktivite bozukluğu ve özgül öğrenme bozukluğunda ailelerle çalışmak Özlem YILDIZ GÜNDOĞDU ……………………………………………………………………………..
S5
Otizmde ailelerle çalışmak Hatice ÜNVER
……………………………………………………………………………………………………………
S6
Takıntı zorlantı bozukluğunda ailelerle çalışmak İrem DAMLA ÇİMEN
…………………………………………………………………………………………………….
S6
Toplum ruh sağlığı merkezlerinin (TRSM) gizil gücü E. Erdal ERŞAN
………………………………………………………………………………………………………….
S7
Şizofrenide bakım veren yükünde eğitimin etkisi Esra YAZICI
………………………………………………………………………………………………………………
S8
Şizofrenide bakım verenin yükü Yunus KAYA
……………………………………………………………………………………………………………..
S8
Multipl sklerozlu hastaların baş etme becerileri ve bakım yükü Hilal SEKİ ÖZ
…………………………………………………………………………………………………………….
S9
Şizofreni ve sanatla tedavi Aslı SARANDÖL
…………………………………………………………………………………………………………
S10
Doğum dönemi depresyonları Vesile ŞENTÜRK CANKORUR
………………………………………………………………………………………..
S11
Ruh sağlığında cinsiyete duyarlılık Gülsüm ANÇEL
………………………………………………………………………………………………………….
S12
Sosyoekonomik duruma duyarlılık Gonca POLAT
……………………………………………………………………………………………......................
S12
Boşanmayı yeniden anlamlandırmak: Pozitif psikoterapi ve bütüncül terapi yönelimli izlenen bir olgu sunumu Gülşen VARLIKLI
…………………………………………………………………………………………………………
S13
Pozitif psikoterapi bakış açısından iç çatışma ve dış çatışma Enver CESKO
…………………………………………………………………………………………………………….
S13
Askeri ortamlara uyum sorunları Serkan ZİNCİR
……………………………………………………………………………………………………………
S14
12 basamaklı y leşme gruplarının bağımlılık ı̇ y leşt r m ndek psikoterapötik konumu İlkay SOYKAL
…………………………………………………………………………………………………………….
S15
…………………………………………………………………………………………………………....
S15
Kişisel deneyim Canan UYSAL
Bir tiyatro deneyimi Gülçin SÜGÜN, Arda TOMBA, Ayşe ALTAN
………………………………………………………………………….
Anatolian Journal of Psychiatry 2017; 18(Suppl.3):A2
S16
İçindekiler
A3
_____________________________________________________________________________________________________
İşveren, aile ve hasta görüşleri Yüksel Can ÖZ ……………………………………………………………………………………………….
S16
Çocuğu istismar mağduru olan ailenin iyileştirimi Tolgahan TUNCAL …………………………………………………………………………………………
S17
Şizofrenide sosyal destek algısı A. Nuray KARANCI
……………………………………………………………………………………………………….
S18
Palyatif bakım hastalarında psikiyatrik yaklaşım Çiçek HOCAOĞLU
……………………………………………………………………………………………………….
S18
İnternet bağımlılığında fenomenolojik yaklaşımlar Onur GÖKÇEN
……………………………………………………………………………………………………………
S20
İnternet bağımlılığının biyolojik temelleri Celaleddin TURGUT
…………………………………………………………………………………………………….
S20
İnternet bağımlılığı ve eşlik eden ruhsal bozukluklar Nermin GÜNDÜZ
………………………………………………………………………………………………………...
S21
İnternet bağımlılığı ve tedavi yaklaşımları Orhan KOCAMAN
………………………………………………………………………………………………………..
S22
Sanat psikoterapisinin ruhsal iyileştirimde kullanımı: Programın tanıtımı ve işleyişi Nurhan EREN
…………………………………………………………………………………………………………….
S23
Süreğen ruhsal hastalıklarda fotoğraf terapisinin işlev kaybını önlemedeki rolü Oya ÇELİK AYPAK
………………………………………………………………………………………………………
S23
Şizofreni hastalarında seçmeci (eklektik) müzik terapinin duygusal iyileştirici gücü Özgür SALUR
……………………………………………………………………………………………………………..
S24
SÖZEL BİLDİRİLER (VERBAL PRESENTATIONS) Kanserli hastaların kemoterapi sırasında canlı ve kayıttan müzik terapisinin etkisinin incelenmesi Ayla YILDIRIM KARACA, Necdet Abdi TURHAN, Seçil GÜNHER ARICA, Nur İNCİ, Asena Ece TANER, Gülsüm KIVANÇ ………………………………………………………………………………………………………….
S26
Yardımcı üreme teknikleri kullanan kadınlarda doğurganlık ile ilgili sorunların değerlendirilmesi Aynur AYHAN, Aslıhan POLAT
…………………………………………………………………………………………
S27
Kadınlarda çocukluk çağı travmaları ile stresle başa çıkma tarzları arasındaki ilişki Nalan ASLAN
……………………………………………………………………………………………………………..
S27
Şizofreni hastalarında işe yerleştirim ve iş takibi Aysel İNCEDERE, Fatma KİRAS, Mustafa YILDIZ
…………………………………………………………………..
S28
Ciddi ruhsal hastalığı olan bireylerde olgu yöneticiliğinin sonuçları: Bir pilot uygulama Aysel İNCEDERE, Mustafa YILDIZ
…………………………………………………………………………………….
S29
TRSM’de izlenen şizofreni hastaları ile psikiyatri polikliniğine başvuran şizofreni hastalarının yaşam niteliği, iç görü, yeti yitimi ve belirti düzeylerinin karşılaştırılması Azize ÖZGÜL, Canan KILIÇ, Saliha ÖZSOY
…………………………………………………………………………
S30
Şizofreni ve şizoaffektif bozukluk hastalarında çalışma yaşamının incelenmesi: Bir pilot çalışma Beyza Nur KAYTAZ, F. Betül ABUT, Mustafa YILDIZ
……………………………………………………………….
S30
Aile içi şiddete maruz kalmış evli kadınlarda klinik özellikler, çiftler arası uyum ve cinsel yaşam kalitesi Beyza SARIÖZ ARPACIOĞLU, Ava Ş r n TAV, Bülent Kadr GÜLTEKİN
…………………………………………..
S31
Plaza çalışanlarında durumluk sürekli kaygı ve benlik saygısı düzeylerini etkileyen sosyodemografik etkenler Büşra AYDIN, Barış ÖNEN ÜNSALVER
………………………………………………………………………………
S32
El sanatları ve psikodramanın (doğaçlama, tiyatro, oyun) psikoterapide kullanımı Elmira İSKENDEROVA BAŞ
……………………………………………………………………………………………
S32
Ayrımcılık ve Damgalama Ölçeğinin (ADÖ) Türkçe sürümünün geçerlilik ve güvenilirliği Ayşegül BİLGE, Gül DİKEÇ, E. Oryal TAŞKIN, Mehmet Akif ERSOY
……………………………………………..
S33
Psikiyatri hemşireliği dersinin ruhsal hastalıklara yönelik inanç ve tutumlara etkisi Hatice TAMBAĞ
………………………………………………………………………………………………………….
S33
Huzurevinde kalan yaşlılarda algılanan sosyal destek düzeyleri ile depresyon arasındaki ilişki Hatice TAMBAĞ, Rana CAN, Sevtap MANSUROĞLU, Sercan MANSUROĞLU, Gamze YILDIRIM, Ebru KARAKURT …………………………………………………………………………………………………………..
S34
Anadolu Psikiyatri Derg 2017; 18(Ek sayı.3):A3
A4
İçindekiler
_____________________________________________________________________________________________________
İyileşmeye giden yolda sanata giriş atölyeleri Havva GÜLŞAN, Nuriye LEWİS, Nurhan EREN
……………………………………………………………………..
S34
Şizofreni hastalarının öznel iyileşme anlayışlarının ilişkili olduğu etkenlerin araştırılması Kübra İPÇİ, Aysel İNCEDERE, Fatma KİRAS, Mustafa YILDIZ
……………………………………………………
S35
Toplum Ruh Sağlığı Merkezine devam eden ve devam etmeyen şizofreni hastalarında aile yükünün incelenmesi N. Derya DONYAĞI, Selma DOĞAN
………………………………………………………………………………….
S35
Üniversite öğrencilerinin ebeveynlerinin çocuk yetiştirme stilleri ile mizah tarzları ve mizah yoluyla başa çıkma becerilerinin incelenmesi O. Nejat AKFIRAT, Yıldız ÖZTAN ULUSOY, Gülşah TURA
………………………………………………………..
S36
Yeme bozukluklarında sanat psikoterapisi: Pilot çalışma Pervin TUNÇ, Petek SAPMAZ, Nurhan EREN, Başak YÜCEL
…………………………………………………….
S37
Madde kullanan ve kullanmayan ergenlerin anne baba tutumları ve aile işlevleri açısından karşılaştırılması Saniye EBİBİ, Ümit TURAL
……………………………………………………………………………………………..
S37
Sanat terapisinin kronik ruhsal bozukluğu olan kişilerin bakım verenleri üzerindeki etkisinin incelenmesi Sinem ŞAHİN, Songün UÇAR İŞARET, Nurhan EREN
……………………………………………………………..
S38
Dikkat eksikliği hiperaktivite bozukluğu ve otizm spektrum bozukluğu tanısı konmuş çocukların anne-babalarının yaşam kalitelerinin incelenmesi Uğur CECO, Nursu ÇAKIN MEMİK
…………………………………………………………………………………….
S39
Anne-babalara bağlanma ile kişilik özellikleri arasındaki ilişki Yıldız ÖZTAN ULUSOY, O. Nejat AKFIRAT, Gülşah TURA
………………………………………………………..
S39
Şizofrenide üst biliş eğitimi ve ruhsal toplumsal beceri eğitiminin toplumsal ve bilişsel işlevsellik üzerine etkisi Zeynep ÖZASLAN, Aysel İNCEDERE, Ayşe KIRCALI, Fatma KİRAS, Kübra İPÇİ, Mustafa YILDIZ
………….
S40
………………………………………………………
S42
KURSLAR (COURSES) Kronik ruhsal bozukluklarda tedaviye uyum ve psikiyatri hemşirelerinin rolü kursu Leyla BAYSAN ARABACI, Neslihan GÜNÜŞEN, Gül DİKEÇ
TSK Sağlık Yönetmeliği Yeteneğine Göre Ruhsal Hastalıklarda Yapılacak İşlemler Kursu: Olgularla askerlerin psikiyatrik sorunlarına yaklaşım Özgür MADEN
……………………………………………………………………………………………………………
S43
Şizofrenide ruhsal ve toplumsal beceri eğitimi kursu Mustafa YILDIZ
…………………………………………………………………………………………………………..
S44
Süreğen hastalıklarda yeti yitimi ve iyileştirim Fatma ÖZ
…………………………………………………………………………………………………………………
Anatolian Journal of Psychiatry 2017; 18(Suppl.3):A4
S45
PANELLER
S2
Paneller
_____________________________________________________________________________________________________
Panel 01: SOSYAL PSİKİYATRİNİN VE RUHSAL İYİLEŞTİRİMİN TARİHÇESİ Sosyal psikiyatrinin dünü, bugünü ve yarını Orhan Doğan, İstanbul E-posta:
[email protected] Sosyal psikiyatri, ‘ruhsal bozuklukların önlenmesinde, ortaya çıkmasında, tedavisinde ve ruh sağlığının iyileştirilmesinde sosyal etkenlerin rolünü araştıran dal’ olarak tanımlanmıştır. Sosyal psikiyatrinin çıkış noktası ruhsal sorunlarla/ bozukluklarla çevresel etkenler arasındaki çok yönlü, çok değişkenli, çok karmaşık ilişkilerin olmasıdır. Sosyal psikiyatri alanına giriş, psikiyatri temel bilgisinin yanı sıra, toplumu ve kültürünü tanımakla olur. Bir bireyin herhangi bir durumunu değerlendirirken, o bireyin kişilik yapısını, ailesini ve aile ilişkilerini, yetiştirilme biçimini, yaşadığı sosyokültürel ortamı, işini, toplumsal konumunu, yaşama bakış açısını, değer yargılarını, yeterli ve yetersiz yönlerini, gelecekle ilgili düşüncelerini, yaşam kalitesini bilmek zorundayız. Bunların çoğu doğrudan kültürle ilgilidir. On sekizinci yüzyılın sonlarında Fransız hekim P. Pinel’in ‘ruh hastalarının zincirlerden kurtarılarak toplum içinde anlayış ve hoşgörüyle tedavi edilmelerinin gerektiği’ düşüncesi sosyal psikiyatrinin öncüsü olarak kabul edilebilir. Türklerde Selçuklularla başlayıp Osmanlılarla süren birçok uygulamanın sosyal psikiyatri uygulaması olduğunu söylemek yanlış olmaz. Ruh hastalarına sevecenlikle, hoşgörüyle, anlayışla bakan bir toplumun bakış açısı insancıldır. Erzurum’da, Kayseri’de, Sivas’ta, Divriği’de; daha sonraki dönemlerde İstanbul’da, Edirne’de, Manisa’da yapılan müzik tedavisi, su tedavisi, uğraşı tedavisi gibi tedavi ve uyumlandırma yaklaşımları sosyal psikiyatri uygulamalarıdır.
Sosyal psikiyatri yaşamın hemen her alanıyla ilgilidir. Günümüzün en önemli sorunları ve günlük yaşamın özellikleri doğrudan veya dolaylı olarak sosyal psikiyatriyle (insan ve toplum bilimleriyle de) ilgilidir: yaş, cinsiyet, cinsel yeğleme, eğitim ve niteliği, çocuk yetiştirme ve kişilik gelişmesi, yoksulluk, işsizlik, evsizlik, yaşanan yer, kentleşme, ekonomik kriz, iş yerinde yıldırma (mobbing), iş doyumu, savaş, göç ve göçmenlik, herhangi bir nedene bağlı travma, her tür şiddet, intihar davranışı, ruhsal bozukluklarla ilgili inanışlar ve tutumlar, sigara-alkol-madde, damgalanma, sosyal destek, sosyal medyanın etkileri, kültür, kültürleme, din, ırk, seçmen davranışı, yaşam kalitesi, toplumsal değerlerin ruh sağlığına etkileri, etik vb. Dünya Psikiyatri Birliği Psikiyatrinin Geleceği Lancet Psikiyatri Komisyonu’nun 21. yüzyılda psikiyatrinin önceliklerini belirlemek için hazırladığı raporda altı başlık belirlenmiştir: hasta ve tedavi, psikiyatri ve sağlık bakım sistemleri, psikiyatri ve toplum, ruh sağlığı hukukunun geleceği, dijital psikiyatri-ruh sağlığının geleceğini güçlendirme, geleceğin psikiyatristlerinin eğitimi. İlk bakışta bu öngörülerden üçüncüsü sosyal psikiyatriyle doğrudan ilgili olarak görülebilir, ancak sosyal psikiyatri diğerlerini de kapsar. Bu nedenle sosyal psikiyatri psikiyatrinin bir dalı değil, psikiyatri bir bütün olarak sosyaldir. Anahtar sözcükler: Psikiyatri, sosyal psikiyatri, gelecek
Kaynaklar 1. Doğan O. Dünden bugüne Türkiye’de sosyal psikiyatri uygulamaları. Anadolu Psikiyatri Derg 2016; 17(2):136142. 2. Sayıl I. Sosyal psikiyatri. Ruh Sağlığı ve Hastalıkları, Ankara: Ankara Üniversitesi Tıp Fakültesi, ANTIP Yayınları, 1996.
Anatolian Journal of Psychiatry 2017; 18(Suppl.3):S2
3. Bhugra D, Tasman A, Pathare S, Priebe S, Smith S, Torous J, et al. The WPA-Lancet psychiatry commission on the future of psychiatry. Lancet Psychiatry 2017; 4(10):775-818.
23. Ulusal Sosyal Psikiyatri Kongresi ve 1. Ruhsal İyileştirim Kongresi
S3
_____________________________________________________________________________________________________
PANEL 03: BEDENSEL HASTALIKLARDA CİNSEL SORUNLARA YAKLAŞIM Kalp ve damar hastalıklarında cinsel işlev bozukluğu Demet Sağlam, Karadeniz Teknik Üniversitesi Tıp Fakültesi Psikiyatri ABD, Trabzon E-posta:
[email protected] Cinsel işlev bozuklukları (CİB); cinsel tepki döngüsünde bir bozukluk veya cinsel ilişki sırasındaki ağrı ile nitelendirilirler ve cinsel istek bozukluğu, kadınlarda cinsel uyarılma bozukluğu, erkeklerde sertleşme bozukluğu, kadın ve erkek orgazm bozukluğu, erken boşalma ve cinsel ağrı bozukluğu (vajinismus ve disparoni) olarak sıralanmaktadırlar. Cinsel işlev bozuklukları (CİB) sıklıkla birlikte görülebilirler. Ruhsal veya organik etkenler nedeniyle veya tıbbi durumlarda olduğu gibi ikisini de içerecek şekilde ortaya çıkabilmektedirler. Kalp ve damar hastalıkları (KDH), cinsel işlev bozukluklarının ortaya çıkması için risk etkenleridirler. KDH nedeniyle tüm vücuttaki atardamarların yanı sıra, genital organların kanlanmasını sağlayan vajinal ve penil arterleri etkileyen sistemik damarsal durumlar sonucunda; hastalarda cinsel işlev bozukluğu belirtileri ortaya çıkabilmektedir. KDH olan erkek ve kadınlarda cinsel işlev bozukluğu görülme oranının yüksek olduğu çalışmalarda gösterilmiştir. Erkekler için yaygınlık oranları %20-70, kadınlar için %43-87 arasında değişmektedir. Erkeklerde sertleşme bozukluğu ve kadınlarda cinsel uyarılma gibi cinsel doyumdaki fizyolojik değişiklikler ile KDH’nin şiddeti arasında bağıntı olduğu görülmüştür. Bununla birlikte kalp ve damara ilişkin olaylara bağlı çökkünlük belirtileri gibi ruhsal etkenler de büyük ölçüde hastaların cinsel yaşamlarını, cinsel işlev bozukluğu görülme oranını artıracak şekilde etkilemektedirler. KDH’nin iyileşme süreçlerinde hastaların %58'inin ruhsal sorunlar yaşadığı bildirilmiştir. Kalp hastalığı ve çökkünlük çok yaygın olarak görülmekte olup sırasıyla Dünya Sağlık Örgütü tarafından yeti yitiminin birinci ve ikinci önde gelen nedenleri olarak gösterilmişlerdir. Çökkünlük belirtileri, bireylerin hasta-
nede kaldıkları süre ve süren iyileşme süreci boyunca; enerji düzeylerine ve cinsel etkinliğe geri dönmeleri için gereken süreye etki edebilirler. KDH olanlarda zihinsel bir etken olan cinsel ilişki korkusu, erkek ve kadın hastalarda azalmış istek, doyum ve cinsellik oranında azalmaya eşlik etmektedir. KDH başlangıcından sonra CİB, cinsel etkinlikle ilgili endişe kaynaklı olabilir. Hastalar cinsel ilişki için sarf edilen fiziksel çabanın kalplerine zararlı ve tehlikeli olduğunu düşünürler ve cinsel ilişki sırasında ani ölümden korkarlar. Bu korkular, cinsel ilişki sıklığının azalmasına önemli ölçüde katkıda bulunur ve dolayısıyla cinsel etkinliğin kaldığı yerden sürmesini geciktirir. KDH açısından kullanılmakta olan ilaçlar da cinsel sorunlara yol açabilirler. Sertleşme bozukluğunun sıklığı erkeklerde beta ketleyicilerinin (beta blockers) kullanımıyla birlikte artmaktadır. Kalp ve damara ilişkin ilaçlar sıklıkla erkeklerde sertleşme ve cinsel isteği etkileyebilen cinsel yan etkileri ortaya çıkarabilirler. Kalp hastalarında görülen cinsel sorunlar, hastaların eşlerini de etkiler. Ani bir kalp hastalığından sonra eski cinsel yaşama dönüş veya süreğen kalp damar hastalıklarıyla birlikte yaşarken tatmin edici bir cinsel yaşamın sürdürülmesi kalp damar hastaları ve eşleri için zorluklar oluşturabilir. Bu nedenle kalp ve damar hastaları için cinsel sorun değerlendirmesi ve danışmanlığının, bu hastalara sunulan düzenli bakımın bir parçasını oluşturması önerilmiştir. Kalp hastalığı olanların genel iyileştiriminin önemli bir bileşeni, cinsel işlevlere dönüş hakkında bilgi verilmesi olmalıdır. Anahtar sözcükler: Cinsel işlev bozuklukları, kardiyovasküler hastalıklar, yaygınlık
Kaynaklar 1. Nascimento ER, Maia AC, Pereira V, Soares-Filho G, Nardi AE, Silva AC. Sexual dysfunction and cardiovascular diseases: A systematic review of prevalence. Clinics (Sao Paulo) 2013; 68(11):1462-1468. 2. Mons P, Van Deyk K, Marquette K, De Bleser L, Budts W, De Geets S. Sexual functioning and congenital heart disease: Something to worry about? Int J Cardiol 2007; 121(1):30-35. 3. Byrne M, Doherty S, Fridlund BGA, Mårtensson J, Steinke EE, Jaarsma T, et al. Sexual counselling for sexual prob-
lems in patients with cardiovascular disease. Cochrane Database of Systematic Reviews 2016, Issue2. 4. Vacanti L, Caramelli B. Distress: associated variables of erectile dysfunction post-acute myocardial infarction. A pilot study. Int J Impot Res 2005; 17(2):204-206 5. Kazemi-Saleh D, Pishgoo B, Farrokhi F, Fotros A, Assari S. Sexual function and psychological status among males and females with ischemic heart disease. J Sex Med 2008; 5(10):2330-2337.
Anadolu Psikiyatri Derg 2017; 18(Ek sayı.3):S3
S4
Paneller
_____________________________________________________________________________________________________
Nörolojik hastalıklarda cinsel sorunlara yaklaşım Filiz Civil Arslan, Karadeniz Teknik Üniv. Tıp Fak. Psikiyatri ABD, Trabzon E-posta:
[email protected] Cinsellik, insan yaşamının en karmaşık yönlerinden biridir; bilişsel ve duygusal süreçlerden etkilenen işlevsel anatomik ve fizyolojik sistemlere bağlıdır. Cinsel işlev bozuklukları cinsel yanıt döngüsünün aşamalarında kişisel haz ve zevki engelleyecek şekilde veya kişinin isteğindeki azalma nedeniyle nesnel performansında düşüş olarak tanımlanır. Diğer bir deyişle, cinsel istekte veya yanıt döngüsünü belirleyen fizyolojik değişikliklerde engellenme bu bozukluklarda temel belirtidir. Nörolojik hastalıkların yaşlanma, endokrin ve hormonsal bozukluklar, diyabet, koroner arter hastalığı, yüksek tansiyon, sigara, cerrahi travma, boşaltım sistemi hastalıkları ve ilaçlar gibi pek çok etkenin cinsel işlev bozukluğuna neden olabilecek risk etkenleri arasında yer aldığı gösterilmiştir. Nörolojik hastalıklar cinsel uyarılmadan uyarılmanın engellenmesine, cinsel isteğin artmasına veya azalmasına, orgazm süresinin kısalmasına kadar cinsel yanıt döngüsünün hemen her aşamasında değişikliklere neden olabilmektedir. Korteks ve sakral kord veya pelvik otonom sinirler arasındaki omurilik hasarlarının orgazm, sertleşme ve boşalma üzerine de etkileri olabilmektedir. Nörolojik hastalıkların tedavi aşamasında kullanılan ilaç tedavileri ile cinsel işlev bozuklukları arasında güçlü ilişkiler gösteren çalışmalar da vardır.
Sıklıkla süreğen gidiş gösteren nörolojik hastalıklar için, ayrıca hastalığın oluşturduğu durum veya tedavi biçimlerine karşı gelişen ruhsal tepkilerin de dolaylı olarak cinsel işlev bozukluğuna yol açabileceği belirtilmiştir. Nörolojik hastalıklarda cinsel işlev bozukluklarının nedenleri fiziksel veya ruhsal etkenlere dayanabileceği gibi, çoğu durumda sorun fiziksel ve ruhsal etkenlerin birlikteliği ile ortaya çıkmaktadır. Etken, organik bir neden veya bir ilaç tedavisi olsa bile tabloya bir süre sonra ruhsal kökenli ve ruhsal-toplumsal etkenler de eklenmektedir. Girişimsiz (non-invasive) işlevsel beyin görüntüleme yöntemlerinin ortaya çıkışı da beyin bölgelerinin cinsel yanıtla ilişkisinin anlaşılmasına yardımcı olmuştur. İnme, epilepsi, multipl skleroz, Parkinson gibi nörolojik hastalıkların cinsel işlev bozuklukları ile ilişkisini gösteren çok sayıda çalışma vardır. Cinsel işlev bozukluklarının, nörolojik hastalıklara sahip hastaların yaşam kalitelerini olumsuz yönde etkilediği bildirilmiştir. Bu açıdan bu hastalar değerlendirilirken cinsel yakınmaların sorgulanması ve izlenmesi hastaların daha yüksek yaşam kalitesine sahip olmaları açısından önemlidir. Anahtar sözcükler: Nörolojik hastalıklar, cinsel işlev bozukluğu, yaşam kalitesi
Kaynaklar 1. Sadock B, Sadock V. Anormal cinsellik ve cinsel disfonksiyon. Concise Textbook of Clinical Psychiatry (çev). Klinik Psikiyatri, 2. Baskı, Ankara: Güneş Kitabevi, 2005, s.277229. 2. Koç S. Epileptik Hastalarda Cinsel İşlev Bozukluğu ve Yaşam Kalitesine Etkisi. Yayımlanmamış Uzmanlık Tezi, Dr. Lütfi Kırdar Kartal Eğitim ve Araştırma Hastanesi Nöroloji Kliniği, İstanbul, 2009. 3. Rees PM, Fowler CJ, Maas CP. Sexual function in men
Anatolian Journal of Psychiatry 2017; 18(Suppl.3):S4
and women with neurological disorders. Lancet 2007; 369:512-525. 4. Arpacı E, Ünal EH, Gülpek D, Çe P, Türkoğlu Akbay S, Gedizlioğlu M, ve ark. Sexual dysfunction in multiple sclerosis patients. J Neurol Sci [Turk] 2011; 28(1):71-78. 5. Gürbüz N, Karabağ S, Aras B, Aktaş F, Kalfazade N, Taşçı Aİ. Parkinson hastalarında cinsel işlev bozukluğu. Türk Üroloji Derg 2007; 33(1):36-39.
23. Ulusal Sosyal Psikiyatri Kongresi ve 1. Ruhsal İyileştirim Kongresi
S5
_____________________________________________________________________________________________________
PANEL 05: ÇOCUK VE ERGEN RUH SAĞLIĞI HASTALIKLARINDA GÜNDÜZ KLİNİĞİ DENEYİMİ Gündüz kliniği tedavisinin 10 yıllık izlemi Nursu Çakın Memik, Kocaeli Üniv. Tıp Fak. Çocuk ve Ergen Ruh Sağlığı ve Hastalıkları ABD, Kocaeli E-posta:
[email protected] Amaç: Bu sunumda çocuk ve ergenlerin ruh sağlığını korumak ve ruhsal bozukluklarının tedavisini sağlamak için on yıldır hizmet veren gündüz kliniği deneyimimiz aktarılacaktır. Yöntem: Psikoterapi, aile terapisi, ilaç tedavisi, ortam tedavisi gibi alanları ile çok yönlü tedavi programı uygulayan gündüz kliniğinde tedavi edilen 262 çocuk ve ergenin tedavi süreci ele alınacaktır. Bulgular: Yapılan istatistiksel analizler sonucunda 10 yıl boyunca izlenen hastaların yaş ortalamasının 13.6 olduğu ve tedavi sonunda işlevselliklerinde artışın olduğu görülmüştür. Sonuç: Gündüz kliniği tedavi yaklaşımı terapiste çocuk ve ergenin ailesinden ve kendi toplumundan uzaklaşmadan kendisi, annebabası, toplumsal çevresi, okulu, kişilerarası ilişkileri üzerinde çalışabilme olanağı sağlamaktadır. Çocuk ve ergenin kendi çevresinden uzaklaşmadan tedavi olanağından faydalanabilmesi yönünden gündüz kliniği tedavi yaklaşımı yataklı tedaviye oranla bir üstünlük
oluşturmaktadır. Yataklı tedaviye oranla maliyetin çok daha az olması ülkemizde yataklı tedavinin yaygınlaştırılmasına yönelik yapılan girişimlerin gündüz kliniğine yönelik de yapılması gerektiğini göstermektedir. Çocuk ve ergenin çok yönlü ele alınması ve çocuk/ergenin ilişki içerisinde bulunduğu her birey ve ortamla terapistin çalışabilme olanağının olması gündüz kliniği tedavi yaklaşımının ayaktan tedaviye üstünlüğü olarak kabul edilmektedir. On yıllık verilerimizi gözden geçirdiğimizde, gündüz kliniği tedavisinin çocuk ve ergenlerin ruhsal bozukluklarında yararlı etkisinin olduğu söylenebilir. Bütüncül bir tedavi sağlayabilen gündüz kliniği tedavisinin ülke genelinde yaygınlaştırılmasının çocuk ve ergenlerin yararı için gerekli olduğu düşünülmektedir. Anahtar sözcükler: Gündüz kliniği, ruhsal bozukluklar, çocuk, ergen
Kaynaklar 1. Grizenko N. Outcome of multimodal day treatment for children with severe behavior problems: A five-year follow-up. J Am Acad Child Adolesc Psychiatry 1997; 36(7):989-997. 2. Grizenko N. Papineau D. Cost effectiveness of day treatment versus residential treatment for children with severe behavior problems. Can J Psychiatry 1992;
37:393-400. 3. Grizenko N, Papineau D, Sayegh L. A comparison of day treatment and outpatient treatment for children with disruptive behavior problems. Can J Psychiatry 1993; 38:432-443.
Dikkat eksikliği hiperaktivite bozukluğu ve özgül öğrenme bozukluğunda ailelerle çalışmak Özlem Yıldız Gündoğdu, Kocaeli Üniv. Tıp Fak. Çocuk ve Ergen Ruh Sağlığı ve Hastalıkları ABD, Kocaeli E-posta:
[email protected] için ilaç tedavileri ve özel eğitimin yanında aile eğitimi Dikkat eksikliği hiperaktivite bozukluğu (DEHB) ve uygulamalarının gerekli ve etkili olduğu vurgulanmıştır. özgül öğrenme bozukluğu (ÖÖB) çocuk ve ergen psikiBu sunumda DEHB ve ÖÖB’de yaşanan sorunların ve yatrisi alanında sık görülen, okul yaşamı, toplumsal aile eğitim programlarının güncel bilgiler eşliğinde ele yaşam ve aile yaşamı olumsuz etkileyen bozukluklaralınması amaçlanmıştır. dır. DEHB yaygınlığı %3-5, ÖÖB yaygınlığı %5-12 Anahtar sözcükler: Dikkat eksikliği hiperaktivite olarak bildirilmiştir. İki bozuklukta da çocuğun olumsuz bozukluğu, özgül öğrenme bozukluğu, aile eğitimi davranışlarının düzeltilmesi, toplumsal, akademik ve aile içi ilişkilerde ortaya çıkan sorunların ele alınması Kaynaklar 1. Polanczyk G, de Lima MS, Horta BL, Biederman J, Rohde LA. The worldwide prevalence of ADHD: A systematic review and metaregression analysis. Am J Psychiatry 2007; 164:942-948. 2. Peterson RL, Pennington BF. Developmental dyslexia. Annu Rev Clin Psychol 2015; 11:283-307.
3. Wells KC, Chi TC, Hinshaw SP, Epstein JN, Pfiffner L, Nebel-Schwalm M, et al. Treatment-related changes in objectively measured parenting behaviors in the multimodal treatment study of children with attention-deficit/ hyperactivity disorder. J Consult Clin Psychol 2006; 74(4):649-657.
Anadolu Psikiyatri Derg 2017; 18(Ek sayı.3):S5
S6
Paneller
_____________________________________________________________________________________________________
Otizmde ailelerle çalışmak Hatice Ünver, Marmara Üniv. Pendik Eğitim ve Araştırma Hastanesi Çocuk ve Ergen Ruh Sağlığı ve Hastalıkları Kliniği, İstanbul E-posta:
[email protected] Otizm genetik temelleri olan ve yaşamın erken dönemlerinde ortaya çıkan nöropsikiyatrik bir gelişim bozukluğudur. Son yıllarda yapılan çalışmalar hastalığın etiyolojik boyutuna dikkat çekmektedir. Etiyolojisi tam olarak bilinmeyen birçok hastalıkta olduğu gibi, otizmde de tedaviler ve yaklaşımlar belirtileri azaltmaya yöneliktir. Özellikle eğitsel tedavilerin erken dönemde başlanması üzerinde durulmaktadır. Türkiye koşullarında otizmli hastanın özel eğitim süresi haftada iki saatle sınırlıdır. Çocuğun günlük yaşamının büyük bir kısmını özel eğitim dışında öncelikle anne-babası veya bakım verenleri ile geçirdiği düşünüldüğünde, otizm belirtilerini hafifleten etkileşimsel ve davranışçı yaklaşımların günlük yaşama katılmasının ve ailelerin eğitilmesinin önemi anlaşılmaktadır. Ailenin değerlendirme, tanı ve
tedavi hakkında bilgilendirilmesi ile başlayan süreç, hastanın eğitiminde etkin rol almasını sağlamaya çalışmakla sürmelidir. Klinisyenlerin amacı anne-babaların hastanın ipuçlarına olan duyarlılığını ve yanıt verebilme düzeyini artırmayı içerecek şekilde tedaviye katılmalarını ve eğitilmelerini sağlamaktır. Hastalığın gidişinde önemli olduğu bildirilen hastaların zihinsel gelişim ve konuşma becerilerinin artırılması ile günlük yaşam becerilerinin edinilmesinin eğitsel yaklaşımlarla olası olabildiği belirtilmiştir. Bu sunumla otizmde ailelerle çalışmanın önemine vurgu yapılması amaçlanmıştır. Erken dönem eğitsel yaklaşımlardan gelişim temelli ve davranışsal temelli girişimler üzerinde durularak bu girişimlerin anne-babalar tarafından uygulanabilirliği tartışılmıştır.
Takıntı zorlantı bozukluğunda ailelerle çalışmak İrem Damla Çimen, Darıca Farabi Devlet Hastanesi Çocuk ve Ergen Psikiyatri Birimi, Kocaeli E-posta:
[email protected] Takıntı zorlantı bozukluğu (TZB), takıntı ve zorlantılardan oluşan ruhsal bir bozukluktur. Takıntılar, kişide zorla, istemsiz bir şekilde ortaya çıkan, belirgin bir anksiyete veya sıkıntıya neden olan, kişinin bunlara aldırmamaya, baskılamaya veya bir eylemle yüksüzleştirmeye çalıştığı yineleyici ve sürekli düşünce, itki veya imgelerdir. Zorlantılar ise takıntıya tepki olarak yaşanan anksiyete veya sıkıntıdan korunma, bunları azaltma, korkulan durum veya olaydan sakınma amacı ile yapılan, kişinin katı bir biçimde kurallara uyarak yapmak zorunda hissettiği yineleyici davranışlar veya zihinsel eylemlerdir. Bu davranışlar veya zihinsel eylemler, korunulacağı veya etkisizleştirileceği tasarlanan durumlarla gerçekçi bir biçimde ilişkili değildir veya aşırı düzeydedir. Çocukların takıntılardan korkmaları veya kafalarının karışması nedeni ile bu düşüncelerini anne babalarından ve hekimlerden saklama olasılıkları yüksektir. Çalışmalar çocuk ve gençlerde TZB yaygınlığının %1-4 arasında, ortalama %2 olduğunu ortaya koymuştur. TZB çocuk veya gencin aile, akademik ve toplumsal işlevselliğinde olumsuz etki oluşturan ve çoğu kez süreğen gidişli bir bozukluktur.
katılım düzeyi uyarlanır. Ailenin TZB'li çocuğun belirtilerine tepkisi, hastanın tanı ve tedavisi bakımından önemli görülmektedir. Aile üyelerinin sıklıkla belirtilerin ortadan kalkacağı yönünde yanlış bir umut ile hastanın törensel davranışlarına katıldıkları ve bu nedenle tanı ve tedaviyi geciktirdikleri gözlenmektedir. Öncelikle aileye ve çocuğa bu hastalığın uzun süreli olacağı anlatılmalı, iyi izleme ve tedaviye uyum konusunda onlarla anlaşılmalıdır. Tedaviye başlamadan önce ailenin TZB hakkında eğitilmesi faydalıdır. Zaman zaman takıntıların ve bunlara bağlı zorlantıların değişebileceği belirtilmelidir. Tedavi olmadığı takdirde, erişkin dönemde süreceği ve bulguların yaşamı gittikçe daha fazla etkileyebileceğini söylemekte yarar vardır. Özellikle çocuk zorlantılarına aileyi katmışsa veya anne-babanın birtakım davranışları ve tutumları çocukta anksiyetenin gelişimi ve sürmesinde rol oynuyorsa aile içi tutumların ayrıntılı olarak incelenmesi ve bunların uygun şekilde yönlendirilmesi gerekmektedir. Aileler TZB belirtilerini etkilemekte ve bu bozukluktan etkilenmektedir. Bu nedenle ailenin de tedavide etkin yer alması gerekir.
TZB tedavisinde çeşitli psikoterapi yöntemleri ve ilaçlar kullanılmaktadır. Tedavi sürecinde hastanın, ailenin ve tedavi ekibinin sıkı bir iş birliği içinde olması önemlidir. Yapılan çalışmalarda, aileye yönelik girişimlerin hem hastalığın tedavisinde, hem de yinelemelerin sıklığının ve şiddetinin azaltılmasında etkin olduğu saptanmıştır. Çocuğun gelişim evresine uygun olarak tedaviye aile
Bu sunumda çocuk ve ergenlerde TZB’de ailelerin tedavideki rolü ve ailelerle nasıl çalışılabileceğinin üzerinde durulacaktır.
Anatolian Journal of Psychiatry 2017; 18(Suppl.3):S6
Anahtar sözcükler: Çocuk ve ergen ruh sağlığı, takıntı zorlantı bozukluğu, aile terapisi
23. Ulusal Sosyal Psikiyatri Kongresi ve 1. Ruhsal İyileştirim Kongresi
S7
_____________________________________________________________________________________________________
PANEL 07: TÜRKİYE’DE GEÇMİŞİ VE GELECEĞİ İLE TRSM UYGULAMALARI Toplum ruh sağlığı merkezlerinin (TRSM) gizil gücü E. Erdal Erşan, Devlet Hastanesi TRSM, Sivas E-posta:
[email protected] Son yıllarda dünyada ruh sağlığı hizmetlerinde hastane temelli model yerine toplum temelli modelin de sunulması ve hastalara hastaneler yerine yaşadıkları çevrede tedavi ve bakım sunulması yönünde bir istek vardır. Sosyal Psikiyatrinin çalışma alanı içerisinde olan toplum/hastane denge modelindeki ruh sağlığı hizmetlerine geçiş için Toplum Ruh Sağlığı Merkezleri (TRSM) çok önemli bir noktada durmaktadır. Sağlık Bakanlığının 2011’de uygulamaya başladığı Toplum Ruh Sağlığı modeli kapsamında kurulan TRSM’ler, ciddi ruhsal hastalığın neden olduğu yeti yitimi ile toplumdan kopan hastaların yeniden topluma kazandırılması için açılmıştır. Bu merkezlerle hastalığın hem kişiye, hem de sosyal çevresine getirdiği maddi ve manevi yıkımın da önüne geçmek temel amaçtır. Gizil güç: Henüz yapılmış değil de güç olarak var olan, gerçekleşmeyen ancak gerçekleşebilecek olan, imkân durumunda olan, saklı olan güç, potansiyel demektir. TRSM çalışanları ve ruh sağlığı uzmanları olarak bizlerin amacı hem belirlenen hedeflere ulaşmak hem de TRSM’lerde bulunan bu gizil gücü açık hale yani işlevsel hale getirmektir. Bunun en güzel örneği de buraya devam eden hastalarımızın yapamayacağı ya da başaramayacağı düşünülen birçok faaliyetten başarı ile çıkmalarıdır. Hastalar üzerinde tahmin edilenlerin dışında aktiviteler göstermek gizil gücün varlığının en önemli kanıtıdır. Bu gizil güçler çok çeşitlidir. Bireysel gelişimden toplumsal farkındalığa kadar her türlü yansıması olmalıdır. Damgalama karşıtı, toplumu bilinçlendirme ve toplumsal hayata uyum faaliyetleri kapsamında her yıl düzenli olarak farklı temalarda düzenlenen etkinlikler bunlardan sadece birkaçıdır. “TRSM’ler psikiyatrinin sessiz çığlığıdır”, lütfen bu çığlığı sesli hale getirerek ve büyüterek herkese duyuralım. Anahtar sözcükler: toplum ruh sağlığı merkezi, gizil güç, ruh sağlığı, sosyal psikiyatri Kaynaklar 1. Özgün B. Sivas Numune Hastanesi Toplum Ruh Sağlığı Merkezinden Hizmet Alan Hasta ve Ailelerinin Memnuniyet Düzeyinin Araştırılması. Yayınlanmamış Yüksek Lisans
Tezi, Sivas, Cumhuriyet Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü Sağlık Kuruluşları Anabilim Dalı Başkanlığı, 2017. 2. Sağlık Bakanlığı Toplum Ruh Sağlığı Merkezleri Hakkında Yönerge. Ankara, 2011.
Anadolu Psikiyatri Derg 2017; 18(Ek sayı.3):S7
S8
Paneller
_____________________________________________________________________________________________________
PANEL 08: SÜREĞEN HASTALIKLARDA AİLENİN YÜKÜ Şizofrenide bakım veren yükünde eğitimin etkisi Esra Yazıcı, E-posta:
[email protected] Şizofreni, bireyi olduğu kadar birlikte yaşadığı insanlar başta olmak üzere toplumu ilgilendiren bir hastalıktır. Şizofreninin hem alevlenme dönemlerinde, hem de sonrasındaki iyileştirim sürecinde hasta ve aile ile iş birliği sağlamak önemlidir. Ailenin ve/veya bakım verenlerin tedavi ekibine katılımı, hastanın uzun vadede daha iyi bir gidişe sahip olmasına katkıda bulunmaktadır. Bu süreçte önemli etkenlerden birisi de ailenin hastalıkla ilgili yaşadığı sorunların ve taşıdığı yükün fark edilmesi ve rahatlatılmasıdır. Ülkemizde ve dünyada bakım veren yükünü azaltmaya yönelik çalışmalar yapılmakta, ancak zaman zaman bunların yetersiz kaldığı görülmektedir. Bu da beraberinde şu soruyu getirmektedir: Bakım veren yükünü azaltmada en ekili yöntem hangisidir? Bu soruyu ‘Başka neler yapılabilir?’ sorusu izler. Bakım veren yükü ile ilgili çalışmalarda hasta ve yakınlarına hastalıkla ilgili eğitim verme, hastanın işlevselliğini artıracak grup terapisi, bilişsel beceri eğitimi, uğraşı terapisi gibi girişimler, hastaya iş olanakları sağlama, ek tanılı hastalıkları tanıma ve tedavi etme, ulaşım olanaklarını ve aile gelirini iyileştirme gibi birçok seçe-
nek tartışılmış ve uygulanmıştır. Hasta ve yakınlarının hastalık hakkında bilgi sahibi olması önemlidir, ancak bilgi sahibi olmak bakım veren yükünü azaltmada tek başına yeterli olmayabilir. Çalışmalar, şizofreni hastalarına yönelik iyileştirim ve destek programlarının uygulanması ve geliştirilmesinde hasta işlevselliğini artırmaya yönelik hedeflerin öneminin büyük olduğunu göstermiştir. Ayrıca hastanın gelirinin artırılması, bağımsız yaşayabileceği ortamların oluşturulması ve bakım veren kişilerin daha eğitimli ve genç kişiler olması yönünde teşviklerin artırılması bakım veren yükünü azaltmada yardımcı olabilir. Bu süreçte eğitim ve işlevsellikte düzelmenin sağlanması öncelikli olmak kaydı ile, birçok koldan çalışmak ve bütüncül bir bakış açısı edinmek temeldir. Eğitimin hem tedavi uyumu sağlamada, hem de bakım veren yükünü azaltmada önemli olabileceğini gösteren çalışmalar vardır. Eğitimin etkisinin hemen bir sonuç vermekten çok, uzun vadede dolaylı yararlanım şeklinde olduğu düşünülebilir. Bu sunumda özellikle şizofrenide bakım veren yükünde eğitimin etkisi başta olmak üzere, bakım veren yükü ve ilişkili etkenler ele alınacaktır.
Kaynaklar 1. Yazici E, Karabulut Ü, Yildiz M. Baskan Tekeş S, İnan E, Çakir U, ve ark. Burden on caregivers of patients with schizophrenia and related factors. Nöro Psikiyatri Arşivi 2016; 53:96-101. 2. Yazici E, Ulus F, Selvitop R, Yazici AB, Aydin N. Use of
movies for group therapy of psychiatric inpatients: Theory and practice. Int J Group Psychother 2014; 64:254-270. 3. Yıldız M. Şizofreni Hastaları için Ruhsal Toplumsal Beceri Eğitimi Eğitici Elkitabı. İkinci Baskı, Ankara: Türkiye Sosyal Psikiyatri Derneği Yayınları, 2011.
Şizofrenide bakım verenin yükü Yunus Kaya E-posta:
[email protected] Şizofreni erken yaşta başlayan, kişiler arası ilişkilerden ve gerçeklerden uzaklaşarak, kendine özgü bir içe kapanma, düşünce ve davranışlarda önemli sorunların yaşandığı süreğen ruhsal bir hastalıktır. Meydana gelen bu sorunlar hasta bireyin günlük yaşantısında rollerini ve sorumluluklarını yerine getirmesine engel olarak bir yakınının bakımına ve desteğine ihtiyaç duymasına neden olmakta, bakım veren kişiler ve aile üyeleri bakım verme sorumluluğu sonucunda yük duygusu yaşayabilmektedirler. Aile bir sistem olarak düşünüldüğünde, aile üyelerinden birinin hastalanması ve ruhsal bir hastalık tanısı konması tüm aile üyelerini olumsuz etkileyebilmektedir. Bu bağlamda şizofreni, sadece hasta bireyi etkileyen bir hastalık olmanın ötesinde, ailenin tüm üyelerini ve toplumu etkileyen bir hastalıktır. Hastaneye yatma, tedavi hizmetleri ve düzenli ilaç kullanım zorunluluğu aileyi ve toplumu ekonomik olarak doğrudan etkilerken, hastanın işinin ve üreticiliğinin kaybolması, ailenin hastalıkla ilgili geçen zamanı, hastalığın neden olduğu Anatolian Journal of Psychiatry 2017; 18(Suppl.3):S8
maddi ve manevi sorunlardan dolayı hastalık hem aileyi, hem de toplumu etkilemektedir. Ruhsal hastalığı olan bireylere bakım veren aile üyeleri çoğu zaman hazır olmadıkları bu rolü üstlenme zorunluluğunun yanında, bakım sürecinde düzenleri değişmektedir. Bu değişim bakım verenlerde duygusal, fiziksel, ekonomik ve toplumsal zorluklara ve yük duygusuna neden olmaktadır. Bu süreçte, bakım verenlerin tüm ilgi ve enerjileri hastalar üzerine yoğunlaşmakta ve ailenin diğer üyelerinin gereksindiği duygusal desteği gösterememelerine yol açmaktadır. Literatürde yük kavramı, nesnel ve öznel yük olarak iki grupta açıklanmıştır. Nesnel yük, hasta bireyin rollerini ve sorumluluklarını yerine getirememesi sonucu bakım verenin yaşadığı fiziksel, ekonomik sıkıntılar, toplumsal yaşamın ve günlük etkinliklerin değişmesi olarak tanımlanırken, öznel yük; bakım verenin yerine getirdiği sorumluluklardan dolayı yaşadığı duygusal ve ruhsal ruhsal sorunların yanında bakım verenlerin yaşadıkları suçluluk, öfke, çökkünlük, endişe, ümitsizlik gibi
23. Ulusal Sosyal Psikiyatri Kongresi ve 1. Ruhsal İyileştirim Kongresi
S9
_____________________________________________________________________________________________________
duygusal sıkıntılar olarak tanımlanmıştır. Sonuç olarak, ailede ruhsal hastalığı olan bireye bakım verme tüm aile üyeleri ve özellikle birincil bakım verenler için yük duygusuna, yaşam kalitesinin azalmasına ve sıkıntıya neden olmaktadır. Bakım verenlerin yaşa-
dıkları yük duygusu ve yaşam kalitesinde meydana gelen azalma bakım verenlerin ruhsal, fiziksel ve toplumsal alanlarda çeşitli sorunlar yaşamasına neden olabilmektedir. Anahtar sözcükler: Şizofreni, bakım veren, yük algısı
Kaynaklar 1. Öztürk MO, Uluşahin A. Ruh Sağlığı ve Bozuklukları. On üçüncü baskı, Ankara: Tuna Matbaacılık, 2015. 2. Cain A. Families and family therapy. L Robinson (Ed.), Psychiatric Nursing as a Human Experience, socond ed., London: W.B. Saunders Company, 1977, p.260-262. 3. Caqueo-Urizar A, Gutierrez-Maldonado J. Burden of care in families of patients with schizophrenia. Qual Life Res 2006; 15:719-724.
4. Awad AG, Voruganti LNP. The burden of schizophrenia on caregivers. Pharmacoeconomics 2008; 26:149-162. 5. Li J, Lambert CE, Lambert VA. Predictors of family caregivers’ burden and quality of life when providing care for a family member with schizophrenia in the people’s Republic of China. Nursing and Health Sciences 2007; 9:192-198.
Multipl sklerozlu hastaların baş etme becerileri ve bakım yükü Hilal Seki Öz E-posta:
[email protected] Multipl skleroz (MS) sıklıkla genç yetişkin dönemde ortaya çıkan, yeti yitimine yol açan süreğen bir hastalıktır. MS’te merkezi sinir sistemindeki iltihaplanma ve miyelin kaybına bağlı ortaya çıkan belirtiler hastalık tutulumuna bağlı olarak farklılaşmakta; duyusal, motor, denge ve görmede sorunlar, yorgunluk, üriner ve cinsel sorunlar gibi bireyin yaşamının tüm alanlarını olumsuz etkileyebilmektedir. Hastalık belirtilerine ek olarak hareket sorunları, hastane yatışlarıyla işe devamsızlık ve çökkünlük nedeniyle iş yaşamları da olumsuz etkilenmektedir. 20-40 yaşları arasında, ailesel, toplumsal ve mesleksel amaç ve etkinlikler için bireyin en etkin ve işlevsel olduğu bir dönemde bu tip kronik bir hastalığın varlığı sorunların boyutunu artırmakta, normal yaşamsal stres etkenlerine ek olarak yeni stres etkenleri ortaya çıkarmakta ve bireylerin var olan baş etme becerilerinin işlevselliği önem kazanmaktadır. Bir çalışmada sağlık ekibinden destek aldığını ifade eden MS’li bireylerin sorun odaklı yaklaşımları daha fazla kullandıkları ve daha az psikiyatrik belirti taşıdıkları saptanmıştır. Bir başka çalışmada MS ile uyum sağlama düzeyinin %45 olduğu, uyumun bireyin etkili baş etme düzeyi ile pozitif ilişkili olduğu, sosyal destek arama ve sorun odaklı baş etme düştükçe hastalığa uyumun da düştüğü bulunmuştur. Hastalığın ilerlemesiyle artan yeti yitimi hastanın yaşamında değişikleri ve bakım desteğini zorunlu kılmaktadır. MS’li bireylerin %20-80’i bakıma gerek duymakta
ve bu bakım sıklıkla birinci derece akrabaları tarafından sunulmaktadır. Bakım verenin artan rolleri üstlenecek şekilde düzenlemeler yapması; iş yaşamında kariyerin engellenmesine, gelirin azalmasına, sosyal yaşamdan uzaklaşmaya yol açmakta, stres yükünü artırmakta, olumsuz yüklemelerle tükenmeye kadar giden bir süreci oluşturabilmektedir. Bir çalışmada erkek bakıcıların, kadın bakım verenlere göre daha fazla tükendikleri, özelikle üriner sorunların bakım yükünü arttırdığı ve bakım verenin yaşamına sınırlılıklar getirdiği, bakım verenin ruhsal sağlık düzeyi ile tükenmesi arasında ilişki olduğu saptanmıştır. Sağlık ekibi tarafından öncelikle MS’li bireylerin hastalıkla uyumu ve baş etme becerileri geliştirilmelidir. Bireyin yaşadığı hastalık belirtilerine ve hastalığın gidişini yavaşlatmaya yönelik etkin tedavilerin uygulanması, ruhsal sağlıklarının geliştirilmesi, özerkliğinin ve etkin/işlevsel baş etme becerilerinin güçlendirilmesi işlevselliği artıracak, hastaların gereksindiği bakım miktarını düşürecek, hasta yakınlarının da hastalıktan en az düzeyde etkilenmesine olanak sunacaktır. Ayrıca, hastalığın birey kadar aileyi de etkileyen bir olgu olduğu düşünülerek, hasta yakınlarının özenle değerlendirilmesi, kendilerini ifade etmeleri için desteklenmeleri ve bakım yükünü azaltacak stratejileri oluşturmasında rehber olunması faydalı olacaktır. Anahtar sözcükler: Multipl skleroz, baş etme, bakım yükü
Kaynaklar 1. Polman CH, Reingold SC, Banwell B, Clanet M, Cohen JA, Filippi M, et al. Diagnostic criteria for multiple sclerosis: 2010 revisions to the McDonald criteria. Annual of Neurology 2011; 69(2):292-302. 2. Atlas of Multiple Sclerosis in the World. http://www.msif.org/wpcontent/uploads/2014/09/Atlas-ofMS.pdf (Erişim tarihi:11.09.2017) 3. Seki Öz H. MS’li Hastaların Stresle Baş Etme Tarzlarının ve Psikiyatrik Belirtilerin Değerlendirilmesi. Yayımlanma-
mış Yüksek Lisans Tezi, Ankara, Hacettepe Üniversitesi Sağlık Bilimleri Enstitüsü, 2013. 4. Okanli A, Tanriverdi D, Çoban İG, Asi Karakaş S. The relationship between psychosocial adjustment and coping strategies among patients with multiple sclerosis in Turkey. J Am Psychiatr Nurses Assoc 2013; 23(2):113-118. 5. Buchanan RJ, Radin D, Huang C. Caregiver burden among informal caregivers assisting people with multiple sclerosis. Int J MS Care 2011; 13:76-83.
Anadolu Psikiyatri Derg 2017; 18(Ek sayı.3):S9
S10
Paneller
_____________________________________________________________________________________________________
PANEL 09: SÜREĞEN RUHSAL BOZUKLUKLARDA SANATLA TEDAVİ VE YARATICILIK UYGULAMALARI Şizofreni ve sanatla tedavi Aslı Sarandöl, Uludağ Üniversitesi Tıp Fakültesi Ruh Sağlığı ve Hastalıkları ABD, Bursa E-posta:
[email protected] Şizofreni toplumsal, ekonomik ve duygusal maliyeti çok ağır olan bir ruhsal bozukluktur. Genellikle yaşam boyu sürmekte, yaşam kalitesi ve işlevsellikte kısıtlılıklara yol açmaktadır. İlaç tedavisi temel öneme sahip olmakla birlikte, toplumsal tedavi programlarıyla yeterince desteklenmediğinde etkinliği sınırlı kalmaktadır. Gelişmiş ülkelerde psikotik hastalara yaklaşım ilaç tedavisi, psikoterapi, iyileştirim ve eğitim hizmetleri şeklinde bir bütün olarak uygulanmaktadır. Türkiye’de ise, kimi zaman psikotik hasta için “zaten yapılacak bir şey yoktur” anlayışıyla sadece ilaç tedavisi veya yataklı kurumlarda sınırlı ölçüde iyileştirim amaçlı uğraş tedavileri/eğitimleriyle sınırlı kalmaktadır. Tüm ruhsal hastalıklarda olduğu gibi, şizofrenide de iyileştirici ve/ veya koruyucu ruh sağlığı açısından hastanın yakın çevresi ve ailesi içindeki kişilerle ilişki ve etkileşimin de tanınıp iyileştirilmesinin etkin sağaltımda başlıca koşullardan biri olduğu kabul edilmektedir. Ülkemizde şizofreni hastaları ve yakınlarına yönelik yapılan çalışmalar gözden geçirildiğinde, aile sorunlarının ele alındığı ve ailelere eğitim vermeye yönelik sınırlı sayıda da olsa
grup uygulamalarının yapıldığı dikkat çekmektedir. Hastalarla yapılan ve ruhsal toplumsal beceri eğitiminin uygulandığı çalışmalarda klinik belirtilerde azalma, yaşam kalitesinde artma, toplumsal işlevsellikte artma ve çökkünlük belirtilerinde azalma saptanmıştır. Sanatın tedavi amaçlı kullanılmasının özellikle sözlü iletişimi sınırlı veya eksik olan bireylerin (otistik, şizofrenik ve diğer psikotik bozukluklar başta olmak üzere) kendilerini anlamak ya da anlamaya çalışmak yönünde çok değerli bir işlevi olabilmektedir. Şizofreni hastaları ve diğer psikotik bozukluk hastaları için psikoterapide kullanılan yöntemler yalnız dile dayanıyorsa imgelem, yaşantı, çağrışım ve duyguların anlatımı zor olabilmektedir. Eylem içeren yöntemler (fenomenolojik yöntemler) çağrışım, yaşantı ve duyguların ortaya çıkışını hızlandırır. Bu sunumda, dile dayalı olmayan sanatla tedavi ve yaratıcılık yöntemi ile bu hasta grubunda sık kullanılan ruhsal toplumsal beceri eğitiminin şizofreni hastaları ve yakınlarının toplumsal işlevsellikleri üzerindeki etkinliğinin karşılaştırıldığı çalışmanın sonuçları sunulacaktır.
Kaynaklar 1. Çetinkaya Duman Z, Aştı N, Üçok A, Kuşçu MK. Şizofreni hastalarına ve ailelerine ‘bağımsız ve sosyal yaşam becerileri topluma yeniden katılım programı’ uygulaması, izlenmesi. Anadolu Psikiyatri Derg 2007; 8:91-99. 2. Deveci A, Esen-Danacı A, Yurtsever F, Deniz F, GürlekYüksel E. Şizofrenide psikososyal beceri eğitiminin belirti örüntüsü, içgörü, yaşam kalitesi ve intihar olasılığı üzerine etkisi. Türk Psikiyatri Derg 2008; 19(3):266-273. 3. Soygür H, Çelikel B, Aydemir Ç, Bozkurt S. Hasta yakınları ile gerçekleştirilen psikodrama yönelimli destekleyici-eğitici grup terapisinin kronik şizofreni gidişi üzerine etkisi: 1 yıllık
Anatolian Journal of Psychiatry 2017; 18(Suppl.3):S10
izleme çalışması. Düşünen Adam 1998; 11(3):5-9. 4. Üçok A, Atlı H, Çetinkaya Z, Kandemir PE. Şizofreni hastalarında bütüncül yaklaşımlı grup tedavisinin yaşam kalitesine etkisi: bir yıllık uygulama sonuçları. Nöropsikiyatri Arşivi 2002; 39:113-118. 5. Yıldız M, Yazıcı A, Ünal S, Aker T, Özgen G, Ekmekçi H, ve ark. Şizofreninin ruhsal-toplumsal tedavisinde sosyal beceri eğitimi. Belirtilerle baş etme ve ilaç tedavisi yaklaşımının Türkiye’de çok merkezli bir uygulaması. Türk Psikiyatri Derg 2002; 13:41-47.
23. Ulusal Sosyal Psikiyatri Kongresi ve 1. Ruhsal İyileştirim Kongresi
S11
_____________________________________________________________________________________________________
PANEL 10: KADIN RUH SAĞLIĞI Doğum dönemi depresyonları Vesile Şentürk Cankorur, Ankara Üniv. Tıp Fak. Psikiyatri ABD, Ankara E-posta:
[email protected] Yirminci yüzyıl boyunca Türkiye önemli demografik, sosyokültürel ve ekonomik dönüşümler geçirmiştir. Bu hızlı değişikliklere düşük eğitim düzeyi, yoksulluk, işsizlik, yüksek doğum hızı, yetersiz sağlık hizmetleri, sınırlı sosyal hizmetler ve gelir dağılımında dengesizlik gibi olumsuz sonuçlar eşlik etmiştir. Nüfus artışının ve ulus-ötesi göçler ile kır-kent göçlerinin özellikle önemli bir sonucu da geleneksel aile temelli destek yapılarının bozulması olmuştur. Tümü birlikte ele alındığında bu değişiklikler gebelik ve doğum sonrası dönemde anne sağlığını etkilemekte ve geleneksel destek ağlarının kaybı bu etkilere aracılık etmektedir. Türkiye’de yaşanan sosyal değişimlerin bu ilişkiler üzerindeki etkileri ve doğum sonrası ruhsal bozukluklara olası etkileri henüz aydınlatılmamıştır. Türkiye’de annenin ve kayınvalidenin doğum sonrası dönemde anneye destek olması beklenmektedir. Kayınvalide ile ilişkiler kültürümüze özgü niteliklerini korumaktadır. Ancak Türkiye’de yaşanan sosyal değişimlerin bu ilişkiler üzerindeki etkileri ve doğum sonrası ruhsal bozukluklara olası etkileri henüz aydınlatılmamıştır. Bu çalışmada ülkemizde gebelik ve doğum sonrası yaşanan depresyon ile eş, anne, baba, kayınvalide ve kayınpederden alınan sosyal destek arasındaki ilişkiye odaklanılmıştır. Çalışmanın örneklemi gebeliklerinin üçüncü üç aylık döneminde (trimester) çalışmaya alınan ve doğum sonrası ortalama 4., 14. ve 20. Aylarda değerlendirilen 750 kadından oluşmaktadır. Ek olarak geleneksel ve çekirdek aile yapılarının bu ilişkiler üzerindeki olası etkilerinin araştırılması amaçlanmıştır. Bu çalışmanın ana amaçları şunlardır:
1. Türk kadınlarındaki doğum öncesi ve doğum sonrası çökkünlük ile ilişkili etkenleri araştırmak; özellikle eşten ve kayınvalideden alınan sosyal desteğin ve çekirdek/ geleneksel aile yapılarının bu ilişkiler üzerindeki olası rollerini belirlemek, 2. Doğum döneminde (perinatal) çökkünlük ile söz konusu toplumsal destek arasındaki ilişkiyi araştırmaktır. Örneklem Ankara'daki kentsel ve yarı-kırsal bölgelerdeki kliniklerden, bir üniversite hastanesi ve bir devlet hastanesinden elde edilmiştir. Aralık 2007-Ağustos 2008 tarihleri arasındaki çalışma süresi boyunca çalışmaya katılan merkez ve kliniklere rutin gebelik muayenesi için başvuran tüm katılımcılarla görüşme girişiminde bulunulmuştur. Katılımcılara ulaşılması ve ilk değerlendirmeler (çalışmaya alınma) anne ve çocuk merkezlerindeki rutin gebelik kontrolleri sırasında yapılmıştır. İzleme görüşmeleri katılımcıların evlerinde gerçekleştirilmiştir. Başlangıç görüşmeleri yaklaşık olarak bir saat, birinci izleme görüşmeleri 30 dakika, ikinci izleme görüşmeleri 45 dakika, üçüncü izleme görüşmeleri ise bir saat sürmüştür. Sosyodemografik özellikler: Yaş, eğitim düzeyi, medeni durum, gelir düzeyi, fiziksel sağlık, ruhsal sağlık, yaşam stresörleri, çocuk sayısı, indeks çocuk sağlığı, aile yapısına ilişkin bilgiler sorgulanmıştır. İlişkilerin niteliği ve sosyal destek: Yakın Kişiler Anketi ile sosyal destek ölçülmüştür. Çökkünlük: Edinburgh Doğum Sonrası Depresyon Ölçeği ile çökkünlük belirtileri taranmıştır.
Anadolu Psikiyatri Derg 2017; 18(Ek sayı.3):S11
S12
Paneller
_____________________________________________________________________________________________________
PANEL 11: DUYARLILIK: RUH SAĞLIĞI İÇİN ÜÇLEME Ruh sağlığında cinsiyete duyarlılık Gülsüm Ançel, Ankara Üniversitesi Sağlık Bilimleri Fakültesi, Ankara E-posta:
[email protected] Dünyada ve Türkiye’de ruhsal bozukluklar cinsiyetlere göre farklılık göstermekte, kadınlara erkeklere göre daha fazla ruhsal bozukluk tanısı konulmaktadır. Türkiye Ruh Sağlığı Profili sonuçları, alkol kötüye kullanımının erkeklerde, bunun dışındaki tüm ruhsal bozuklukların kadınlarda daha yüksek oranda olduğunu göstermiştir. Bu nedenle, ruh sağlığının korunması, geliştirilmesi, tedavi ve iyileştiriminde cinsiyet etkenine duyarlı olmak gerekmektedir. Duyarlılık ‘alışma’ ve ‘yabancılaşma’ kavramlarının tersine; fark etme, ilgi gösterme, iletişim içinde olma, gereksinimi belirleme ve sorumluluk alma eylemlerini içermektedir. Ruh sağlığı alanında ‘cinsiyete duyarlılık’ belirli bir cinsiyette olma veya olmama durumunun ruhsal boyutları konusunda sorumluluk almak demektir. Bu sorumluluk, cinsiyet rolleri ile bilim, toplumsal ve kültürel yapı, ekonomi arasındaki etkileşimin kavranması ve bu kavrayışın ruh sağlığına yansıtılması anlamına gelmektedir. Dünya Sağlık Örgütü, birçok ruhsal sorunun temelinde cinsiyet ayrımcılığı, cinsiyet rol davranışları ve cinsiyete yönelik şiddetin etkili olduğunu, bu nedenle bu konuların ruh sağlığı politikalarında ve örgütlenmesinde dikkate alınmasını önermektedir. Cinsiyete duyarlılık, ruhsal tedavilerin dayandığı kuramlar ve çalışanlar
açısından da bir gereklilik olarak görülmelidir. Amerikan Psikoloji Derneği (APA), terapilerde geleneksel cinsiyet rollerini besleme, kadını değersizleştirme ve önyargılı beklentiler içinde olma, psikanalitik kavramları cinsiyetçi şekilde kullanma, kadına cinsel nesne olarak tepkide bulunma ve ayartıcı davranma gibi çelişkilerin barındırıldığını belirlemiştir. Bu nedenle APA, ilk kez 1975 yılında çalışanların tanı ve tedavide cinsiyetçi yaklaşımlar konusunda uyarılmalarını ve ruh sağlığı için başvuran kadınların geleneksel toplumsal cinsiyet rolleri konusunda yüzleşmeleri için özendirilmelerini önermiştir. ‘Cinsiyete duyarlı terapiler’ bu nedenle cinsiyet rol analizi ile işe başlamakta ve bireyin o cinsiyetteki birey olarak kendine saygısını artırması, yaşamını yönetme becerisi kazanması ve topluma uyma yerine toplumsal dönüşüm yaşamasını amaçlamaktadır. En çok bilinen ve cinsiyete duyarlı terapi olarak tanımlanan ‘feminist terapi’ yaklaşık 60 yıllık bir süreçten sonra artık sadece kadınlar değil, toplum içinde ayrımcılığa uğramış erkekler dahil tüm gruplara uygulanmaktadır. Dünyada olduğu gibi, ülkemizde de ruh sağlığının dayandığı değerlerin, kuramların, politikaların ve hizmet örgütlenmesinin cinsiyete duyarlılık çerçevesinde gerçekleşmesi için sorumluluk almak, sağlıklı bir toplum için sorumluluk almak anlamına gelecektir.
Kaynaklar 1. Erol N, Kılıç C, Ulusoy M. Türkiye Ruh Sağlığı Profili Raporu. Ankara: Eksen Tanıtım, 1998. 2. Good GE, Gilbert LA, Scherer M. Gender awareness therapy: A syntesis of feminist therapy and knowledge about gender. J Couns Dev 1990; 68:376-380. 3. Murdock NL. Psikolojik Danışma ve Psikoterapi Kuramları. F Akkoyun (Çev.), Ankara: Nobel Yayın Dağıtım, 2014,
s.1-28, 376-404. 4. Israeli AL, Santor DA. Theory and practice reviewing effective components of feminist therapy. Couns Psychol Q 2000; 13(3):233-247. 5. Evans KM, Kincade EA, Marbley AF, Seem SR. Feminism and feminist therapy: Lessons from the past and hopes for the future. J Couns Dev 2005; 83:269-277.
Sosyoekonomik duruma duyarlılık Gonca Polat, Ankara Üniversitesi Sosyal Hizmet Bölümü, Ankara E-posta:
[email protected] İnsanın toplumsal bir varlık olması, içinde yaşadığı toplumsal ve ekolojik çevresinden ayrı düşünülmeden, bir bütün içerisinde ele alınmasını gerektirmektedir. İnsanların yaşadığı, çalıştığı, eğitim aldığı, toplumsallaştığı alanlardaki koşullar, kişilerin karşı karşıya kaldıkları sağlık riskleri ve sağlık çıktıları üzerinde etkiye sahiptir. Bu kapsamda gelir, eğitim, meslek, cinsiyet gibi kimi etkenler, sağlığı ve sağlık hizmetine erişimi belirleyen toplumsal etkenler arasında sıklıkla ifade edilmektedir. Bunun yanı sıra, içinde bulunulan ekonomik ve politik yapı, doğrudan veya dolaylı olarak bireysel sağlık çıktılarını etkiler. Sağlığın sosyal belirleyicileri olarak anılan bu değişkenler ruh sağlığı özelinde de etkilidir. Dünya Sağlık Anatolian Journal of Psychiatry 2017; 18(Suppl.3):S12
Örgütü 1996 yılında geliştirdiği tanımda, ruh sağlığını, bu toplumsal boyutu da kapsayacak şekilde, bireylerin “…toplumlarıyla katkılı bir birliktelik içinde oldukları durum” olarak belirtmiştir. Bu bağlamda, kişinin toplumla etkileşimi, ruhsal sağlığı açısından gerek değerlendirmede gerekse tedavi ve iyileşme sürecinde önem taşımaktadır. Bireyin sahip olduğu sosyal ilişkiler ve sosyal ağlardan edindiği yararlara karşılık gelen sosyal sermaye, sosyal bilimler alanında son yıllarda sıkça atıf yapılan bir kavram haline gelmiştir. Sosyal sermaye, hem kişinin ruh sağlığını etkileyen bir değişken olarak, hem de tedaviye erişim ve iyileşme sürecinde önemli bir kaynak olarak işlev görmektedir.
23. Ulusal Sosyal Psikiyatri Kongresi ve 1. Ruhsal İyileştirim Kongresi
S13
_____________________________________________________________________________________________________
Bu sunumda, ruh sağlığını belirleyen toplumsal değişkenler genel olarak irdelendikten sonra, toplumsal sermaye kavramı çerçevesinde sosyoekonomik etkenler ile ruh sağlığı ilişkisi ele alınacak ve ruh sağlığı
çalışanları açısından sosyoekonomik etkenlere duyarlılığın çerçevesi tartışılacaktır. Anahtar sözcükler: Sosyoekonomik etkenler, toplumsal sermaye, ruh sağlığı
Kaynaklar 1. Galderis S, Heinz A, Kastrup S, Beezhold J, Sartorius N. Toward a new definition of mental health. World Psychiatry 2015; 14(2):231-233. 2. Solar O, Irwin A. A conceptual framework for action on the social determinants of health. Social Determinants of Health Discussion Paper 2 (Policy and Practice), 2010.
3. WHO. Mental Health: A state of wellbeing. http://www.who.int/features/factfiles/mental_health/en/ (Erişim tarihi: 02.10.2017) 4. McKenzie K, Whitley R, Kenzie SW, Whitley R, Weich S. Social capital and mental health. Br J Psychiatry 2002; 181:280-283.
PANEL 12: GÜNLÜK YAŞAMDA RUH SAĞLIĞINA YÖNELİK PSİKOTERAPÖTİK YAKLAŞIMLAR Boşanmayı yeniden anlamlandırmak: Pozitif psikoterapi ve bütüncül terapi yönelimli izlenen bir olgu sunumu Gülşen Varlıklı, Maltepe Üniversitesi, İstanbul E-posta: gü
[email protected] Boşanma, insan yaşamının önemli olaylarından biridir. Hukuksal ayrılığın duygusal ayrılmayı da beraberinde getiremediği durumlarda, karmaşık bir yas süreci yaşanır gibidir. Bu yüzden boşanma sonrası beklenen yaşama yeniden uyum zorlaşabilmektedir. Bu olguda yıllar öncesi boşanmasına karşın, duygusal boyutta bir ayrılığı sağlayamayan bir kadın danışanla sürdürülen terapötik süreç ele alınmıştır. Bu çalışma ile pozitif psikote-
rapi ve bütüncül terapinin temellerini oluşturan felsefi bakış açışı ve bu yaklaşımların sundukları yöntemsel olanaklar bağlamında tedavi sürecini tartışmak ve süreci bu alanda çalışan ruh sağlığı profesyonelleri ile paylaşmak amaçlanmaktadır. Anahtar sözcükler: Boşanma, pozitif psikoterapi, bütüncül terapi, ilişkisel gereksinmeler
Pozitif psikoterapi bakış açısından iç çatışma ve dış çatışma Enver Cesko E-posta:
[email protected] Çatışmalar ve sorunlar iç ve dış etkenlerden oluşur. Bunalımlar hem bireysel, hem de toplumsal düzeyde değişikliklere yol açar. Dönüşüm, bilinci yeniden uyumlandırmaya dayanan büyük bir değişimdir. Pozitif psikoterapi bakış açısına göre, iç ve dış çatışmalar dört çeşit çatışmadan kaynaklanır: Temel çatışma, gerçek çatışma, iç çatışma ve anahtar çatışma. Temel çatışma, erken çocukluk dönemindeki, kişilik yapısının temelinde olan çözülmemiş çatışmalardır. Gerçek çatışma, günlük yaşam olayları ve çeşitli yetke alanlarında karşılaşılan güncel çatışmalardır: İlgi duyulan alandaki başarılar, istekler ve gereksinmeler gibi. İç çatışma, kişinin kendi ve/veya başkasıyla olan ilişkilerine gösterdiği belirti veya tepkilerdir; kişilik yapısının çeşitli şekillerde dışa vurumu gibi. Anahtar çatışma, davranış şeklinde olan kişinin engelleri olduğunda kapıyı açmak için bir sorunu çözmek amacıyla başvurduğu çözüm
yoludur. (Anahtar çatışma, kişinin sorunu çözmek için kapıyı açmaya engel oluşturan davranış özellikleridir) Bu sunumda, çatışmaların oluşumunu, gelişmesini ve çözümünü pozitif psikoterapi yöntemlerine göre çalışacağız. Aynı zamanda bu sunumda olgu çalışmasıyla beraber hem danışanlarda, hem de öğrencilerde yer alan dört tip çatışmanın gelişimi hakkında görüşlerimizi paylaşacağız. Sunumun sonunda pozitif psikoterapide özel bir yaklaşım olan çatışmayla baş etmenin beş aşaması gösterilecektir. Sunumun amacı, pozitif psikoterapi temelinde iç ve dış çatışmaların dört çeşidini tanıtmaktır. Anahtar sözcükler: İç ve dış çatışmalar, temel çatışma, gerçek çatışma, anahtar çatışma, pozitif psikoterapi
Anadolu Psikiyatri Derg 2017; 18(Ek sayı.3):S13
S14
Paneller
_____________________________________________________________________________________________________
PANEL 13: ANTİSOSYAL KİŞİLİK BOZUKLUĞU VE PSİKOPATİ Askeri ortamlara uyum sorunları Serkan Zincir, Eskişehir Yunus Emre Devlet Hastanesi Psikiyatri Servisi, Eskişehir E-posta:
[email protected] Uyum bozukluğu, kişinin köklü bir değişim veya kayıp gibi ruhsal toplumsal zorlayıcılarla başa çıkamadığı durumlarda gelişen, duygusal veya davranışsal belirtilerle kendini gösteren ruhsal bir bozukluktur. DSM-IVTR tanı ölçütlerine göre bu belirtiler, kişinin işlevselliğinde bozulmaya yol açmalı veya oluşan sıkıntı, stres etkeninin oluşturması beklenen etkisinden daha fazla olmalıdır. Uyum bozukluğuna neden olan zorlantılar, örselenme sonrası zorlantı bozukluğundaki gibi yıkıcı nitelikteki olaylardan çok, genellikle günlük yaşamda sık görülebilen sevilen kişi veya kişilerden ayrılık, iş değişikliği, çevre değişikliği veya ekonomik zorluklar gibi sıradan olayları içermektedir. Uyum bozukluğu klinik uygulamada sık karşılaşılan bir tablo olup yaygınlığı %7-35 arasında değişmektedir. Uyum bozukluğu genellikle, hastalık öncesi dönemde hastalığa yatkınlığı olan bireylerde yaşam koşullarının değişmesi sonrasında (askerlik, göç) tetiklenen klinik bir tablodur. Bu klinik tabloda genellikle kaygı, çökkünlük belirtileri ile davranış patolojileri görülür. Bu tanı konan bireylerin zorlantılarla baş etme düzenekleri zayıftır. Göreli olmakla birlikte, zorlayıcı bir durum, uyaran veya ortamlarda belirtilerin ortaya çıkması ile birlikte tabloda alevlenmeler görülür. Alevlenmenin şiddeti ve süresi hastanın uyum ve işlevselliğini bozar. Çare arama çabalarında, zaman zaman amaç dışına çıkan davranışlar ortaya çıkabilir. Uyum bozukluğu, askerî psikiyatri alanında yaygın
olarak görülen bir bozukluktur. Bir çalışmada, Polonya Ordusu’nda ilk bir yıl içinde acemi askerlerin %95’inde uyumsuzluk belirtileri görüldüğü ve ordudan çıkarmaların %25’ini uyum bozukluğu sendromlarının oluşturduğu bulunmuştur. Hırvat Ordusu’nda yapılan benzer bir çalışmada da ilk bir ay içinde, acemi erlerin üçte ikisinin askerî yaşama uyum güçlüğü çektiği, bireyler arası sorunlar yaşadıkları ve %21’inin askerlikten çıkarıldığı saptanmıştır. Norveç Ordusu’nda acemi askerlerle yapılan bir çalışmada ise askerî ortamın kısıtlayıcılığı, ailesel ve maddi sorunlar, askerî yaşamın getirdiği zorlantılarla uyum bozuklukları için başlıca etkenler olarak saptanmıştır. Tedavi kaygı belirtilerinin hızla giderilmesini ve hastanın zorlanmayla baş etmes ne yardım etmey amaçlamalıdır. Krize müdahale yaklaşımı ile kısa acil ruhsal iyileştirim güncel tedavilerdir. Hasta duygu ve düşüncelerini açıkça tartışması konusunda cesaretlendirilmeli, zorlanmaya ilişkin endişeleri normalleştirip bu endişelerin anlaşılabilir olduğu vurgulanmalı ve bu endişelere ve diğer belirtilere eşduyum ile yaklaşılmalıdır. Daha sonra destek, öneriler, öğrenme, toplumsal desteklerin harekete geçirilmesi ve gerekirse kısa süreli hastane yatışı ile hastanın durumunda hızlı bir düzelme sağlanmaya çalışılır. Eğer ortadan kaldırılamayacak bir zorlanma etkeni söz konusuysa, ruhsal iyileştirim hastanın bu duruma uyum sağlamasına yardımcı olacaktır.
Kaynaklar 1. American Psychiatric Association. Diagnostic and Statistical Manual of Mental Disorders, fourth ed. Washington, DC: APA, 1994. 2. Newcorn JH, Strain JJ, Mezzich JE. Adjustment Disorders. BJ Sadock, VA Sadock (Eds.). Comprehensive Textbook of Psychiatry, seventh ed., Philadelphia, Williams & Wilkins, 2000, p.1714-1722. 3. Greenberg WM, Rosenfeld DN, Ortega EA. Adjustment
Anatolian Journal of Psychiatry 2017; 18(Suppl.3):S14
disorder as an admissions diagnosis. Am J Psychiatry 1995; 152:459-461. 4. Dedic G, Krstic J. Adaptation problems of soldiers to the military environment. Vojnosanit Pregl 1996; 53:19-24. 5. Schei EA. Strengthening experience? Mental distress during military service. A study of Norwegian army conscripts. Soc Psychiatry Psychiatr Epidemiol 1994; 29:40-45.
23. Ulusal Sosyal Psikiyatri Kongresi ve 1. Ruhsal İyileştirim Kongresi
S15
_____________________________________________________________________________________________________
PANEL 15: 12 BASAMAKLI İYİLEŞME GRUPLARININ BAĞIMLILIK İYİLEŞTİRİMİNDE YERİ 12 basamaklı y leşme gruplarının bağımlılık ı̇ y leşt r m ndek psikoterapötik konumu İlkay Soykal, Kocaeli Üniv. Sağlık Bilimleri Enst. Ruhsal Rehabilitasyon ABD, Kocaeli E-posta:
[email protected] Bağımlılık, günümüzde toplumu ilgilendiren bir halk sağlığı sorunu olarak karşımızdadır. Yaşam boyu süren, durdurulabilen, bazen alevlenen bir hastalık olan bağımlılık yalnız hastalığı olan insanı değil, onunla yaşayan yakınları ve aileleri de etkileyen bir tablodur. Bu tabloda, hasta-aile-toplum üçgeni vardır. Madde kullanım yaşının dokuza kadar düşmesi çocukluktan yaşlılığa kadar uzanan bir yelpazede hastalığın yaşandığını göstermektedir. Bağımlılık tedavisinde yinelemeler sık yaşandığı için iyileştirim aşaması önemli bir yer tutmaktadır. Amaç yinelemeleri önlemek, geciktirmek ve ayıklığı uzun süre sürdürerek sağlığın korunmasıdır. Bu kapsamda, 12 basamaklı iyileşme programlarının psikoterapötik etkisi önemini daha da artırmaktadır. Hastalığı doğrudan kendisi ve
yakını yaşayan insanların deneyimlerini, aidiyet ortamında ve yargılanmaksızın paylaşması, paylaşımlardan kendi iyileşmesi adına ders çıkarması, tüm bu işlemlerde zorlandığında rehberine başvurması bağımlılık iyileştirimi bakımından karşımıza çıkmaktadır. 1934’te ABD’de ortaya çıkan Adsız Alkolikler grubunu, Adsız Narkotikler izlemiş, ‘Al-Anon’ ve ‘NarAnon’ gruplarıyla pekişmiştir. 12 basamak ve gelenek çerçevesinde, hastalıkla yüzleşme, onu kabul etme, ölçek ve ruhsal gelişim aşamaları yavaş yavaş çalışılır. Amaç, aceleye gerek duymadan iyileştirimi yaşama yayarak sürdürmektir. Anahtar sözcükler: 12 basamak grupları, aileler, bağımlılık iyileştirimi
PANEL 16: TEDAVİ ORTAMLARINDA ŞİDDET
Kişisel deneyim Canan Uysal, Katip Çelebi Üniversitesi Atatürk Eğitim ve Araştırma Hastanesi Psikiyatri Kliniği, İzmir E-posta:
[email protected] Çoğu zaman bir sorun çözme aracı olarak görülen ve bazen de kendini ifade etme biçimi olarak ortaya çıkan şiddet, toplumda artan miktarlarda daha fazla yer edinmeye, benimsenmeye ve yaygınlaşmaya başlamıştır. Sağlık çalışanlarına yönelik şiddet olayları ile ilgili ilgili birçok neden saymak olasıdır. Hasta ve hasta yakınlarının isteklerinin reddedilmesini kabul edememeleri sonucunda aşırı tepki verdikleri ve en başta hekimi suçlu görerek saldırganlaşabildikleri görülmektedir. Uygun olmayan istekleri ve çıkarları elde etme yolu olarak şiddet bilinçli uygulanır duruma gelmiştir. Toplum içinde paylaşılarak artan ve yaygınlaşan öfke ile sağlık çalışanlarını cezalandırmanın yolu olarak her türlü şiddete uğrayabilmekteyiz. Ben sizlerle, severek yaptığım hekimlik mesleğimde yakın zamanda kendi başıma gelen olaydan söz etmek istiyorum. Çalışmış olduğum devlet hastanesi sağlık kurulunda bir hastada, haklı gerekçelerle, rapor kötüye kullanımından şüphelenerek hastaya konulmuş tanıya itiraz ettim. Sağlık kurulu olarak kişiyi üst merkeze sevk etme kararı aldık. Tıbbi sekreterleri ve beni, zarar vermekle ve ölümle tehdit eden bu kişiye kararı bildirirken korku içindeydik. Odada üç güvenlik görevlisi olmasına rağmen, kişi üstüme yürüyerek beni öldüreceği ve zarar vereceği ile ilgili tehditlerini sürdürdü. O gün mesaimi güvenlik görevlisi eşliğinde tamamladım. Kişinin bir süre daha, üçüncü şahıslara beni öldüreceği ve bana zarar vereceğine ilişkin söylemleri oldu. Bu olaydan birkaç ay sonra, kişi hastanemize sağlık kurulu raporu almak için tekrar başvurdu. Kişi ile polis
ve güvenlik eşliğinde görüşme yaptım. Kişi, benden ısrarla usule aykırı olarak psikoz tanısı ile özürlü raporu istedi. Hastalığının bu olmadığını ve raporu alamayacağını söylediğimde, bana ağza alınmayacak küfürler etti. Polis tarafından muayene odasından çıkarılması ile olası fiziksel şiddete uğramadım. İkinci olay olması nedeniyle şikayette bulundum ve karakola giderek avukatım eşliğinde ifade verdim. Altı gün sonra kişi tekrar polikliniğime gelerek, benden şikayetimi geri almamı ve özürlü rapor vermemi istedi. Şikayetimi geri almayacağımı, psikoz raporu vermeyeceğimi söylediğimde bana vereceği zararlar ile ilgili dolaylı olarak söylemlerde bulundu. Bu konuşmalardan sonra kişi ile aramızda çıkan arbede sonucunda burnum kırıldı. Sekreterimin ve güvenlik görevlilerinin kişiyi etkisiz hale getirmesinin ardından, dehşet ve korku içinde poliklinikten kaçarak uzaklaştım. Aynı gün ameliyat edildim. Savcılığa ifade verdikten kısa süre sonra o şehirden ayrıldım ve bir daha geri dönmedim. Kesintisiz hizmet veren ve fedakarca görevini yapan sağlık çalışanlarının Tanrı olmadığının veya başımıza gelen hastalıkların veya kazaların sorumlusu olmadığının ve onun da bir insan olduğunun kabul edilmesi en azından başlangıç olacaktır. Kaldı ki, bir eksiklik, bir kusur olsa dahi karşılığı ne türde olursa olsun çözüm hiçbir zaman şiddet olamaz. Sağlık çalışanlarının yaşamına kastedecek boyutta şiddet davranışı insanlık dışıdır ve asla kabul edilemez. Sağlık ve şiddet sözcüklerinin yan yana gelmesi bile yanlıştır; şiddetin hiçbir şekli kabul edilemez. Anadolu Psikiyatri Derg 2017; 18(Ek sayı.3):S15
S16
Paneller
_____________________________________________________________________________________________________
PANEL 17: TRSM’DE BİR TİYATRO DENEYİMİ
Bir tiyatro deneyimi Gülçin Sügün, Arda Tomba, Ayşe Altan E-posta:
[email protected] 2001 yılından bu yana Ege Üniversitesi Ruh Sağlığı ve Hastalıkları Anabilim Dalı’nda uygulanan Ruhsal Toplumsal Beceri Eğitiminin (RUTBE) psikoz hastaları üzerindeki etkileri aktarılacaktır. Ekim 2012-Mayıs 2017 yılları arasında Ege Üniversitesi Toplum Ruh Sağlığı Merkezi’nde psikoz hastalarıyla yapılan tiyatro çalışmaları, oyun süreçleri ve bu çalışmaların hastalara sağladığı yararlar örneklerle anlatılacaktır. Ağırlıklı olarak şizofreni hastalarının
oluşturduğu grup her yıl sürekli gelen ve yeni eklenen oyunculardan oluşmuştur. Her yıl için oyunların seçimi, tiyatro metinlerinin yazılması, hastaların rollere seçilmesi ve oyunun sahnelenmesi sürecinde hastaların değişim ve gelişimlerine ilişkin fark edilen deneyimler paylaşılacaktır. Bir gruba ait olup sorumluluk alarak, sürekliliği sağlayarak ortaya konan eserin parçası olmanın haklı gururu sunulacaktır. Anahtar sözcükler: RUTBE, tiyatro, psikoz
Kaynaklar 1. Yıldız M. Ruhsal Toplumsal Beceri Eğitimi. Ankara: Türkiye Sosyal Psikiyatri Derneği Yayınları, 1992. 2. Altınay D. Psikodrama Grup Terapisi 400 Isınma Oyunu ve
Yardımcı Teknik. Sistem Yayıncılık, 2003. 3. Karp M, Holmes P, Tauvon KB. Psikodrama Rehberi (çeviri). Ankara: Nobel Akademik Yayıncılık, 2013.
PANEL 18: ŞİZOFRENİDE İŞE YERLEŞTİRME ÖNÜNDEKİ ENGELLER
İşveren, aile ve hasta görüşleri Yüksel Can Öz, Marmara Üniv. Psikiyatri Hemşireliği ABD, İstanbul E-posta:
[email protected] Amaç: Şizofreni, hastada yeti yitimine neden olan, toplumsal işlevselliği ve yaşam kalitesini etkileyen, engellilik ve intihar riskinin yüksek olduğu, hasta yakınlarını ve toplumu olumsuz etkileyen ruh sağlığı sorunlarından biridir. İyileşmenin sağlanabilmesi için bağımsız yaşama becerileri kazanma, kişilerarası ilişkiler, sosyal işlevsellik, eğitim ve istihdam gibi alanlarda düzelme olması önemlidir. Çalışma, şizofreni hastalarının işe yerleştirilmesi ve işe devam edebilmeleri ile ilgili sorunları tanımlamak ve işe girme önündeki engellerini belirlemek amacıyla yapıldı. Bununla birlikte işe yerleştirme engellerini azaltmak için yapılabileceklerle ilgili olarak şizofreni hastaları, aileleri ve işverenlerin görüşleri değerlendirildi. Yöntem: Her bireyden farklı ve ayrıntılı bilgiye ulaşmak ve soruna yönelik bireysel bakış açısını kavrayabilmek amacıyla nitel yöntemlerden ‘derinlemesine görüşme tekniği’ kullanıldı. Evreni Kocaeli ilinde İzmit Bizim Bahçe Şizofreni Yakınları Dayanışma Derneği’ne üye olan şizofreni hastaları, aileleri ve 250 kişi ve üzerinde çalışanı olan büyük sanayi kuruluşlarının insan kaynakları yetkilileri oluşturdu. Veriler yarı yapılandırılmış görüşme formları ile ‘bireysel derinlemesine görüşme tekniği’ kullanılarak yüz yüze görüşmelerle ‘veri doygunluğu’ yöntemi ile toplandı. Çalışma 25 şizofreni hastası, 13 hasta yakını ve 8 işveren katılımcı ile tamamlandı. Bulgular:
Görüşmelerde şizofreni hastaları işe girmeyi engelleyen en önemli nedenin toplumun olumsuz tutum ve inançlarla, önyargılarla yaklaşmaları ve damgalamalarından kaynaklandığını belirttiler. Aileler de şizofreni hastalarının iş bulmasındaki en büyük engelin işverenin ve toplumun bilgi eksikliğine ve yanlış bilgilere sahip olması ile önyargılarla yaklaşarak damgalamaları olduğunu belirttiler. İşverenler, şizofreni hastalarına çalışma koşullarının ağır gelebileceğini ve çalışma arkadaşlarının olumsuz tutumları nedeniyle işyerinde huzursuzluk yaşanabileceğini belirttiler. Bu hastaların tehlikeli ve her an saldırabilen, şiddet uygulayabilen kişiler olarak görüldüğü için toplum tarafından damgalandığını ve dışlandığını, çalışan insanların da bu hastalarla yakın ilişki kurmak istememeleri nedeniyle onları işe almadıklarını vurguladılar. Sonuç: İşe girmedeki en büyük engelin işverenlerin ve toplumun önyargılı davranması, sadece şiddete meyilli bireyler olarak görülmesi, deli diyerek dışlanmaları ve çalışma fırsatı verilmemesinin olduğu; işverene bireylerin yapabilecekleri iş konularında, hastalık hakkında bilgilendirmeler yapılması gerekliliği, devlet tarafından teşviklerin verilmesi ve profesyonel bir kişinin izlemesi ile destek verildiği sürece çalışma fırsatı yaratılabileceği, işe yerleştirmeleri sağlayabilmek için desteklenmiş iş olanakları sağlanmasının önemli olduğu belirlendi.
Kaynaklar 1. Abdel Aziz K, Elamin MH, El-Saadouni NM, El-Gabry DA, Barakat M, Alhayyas F, et al. Schizophrenia: Impact of psychopathology, faith healers and psycho-education on adherence to medications. Int J Soc Psychiatry 2016; 62:719-725. 2. Krupa T. Employment, recovery, and schizophrenia: In-
Anatolian Journal of Psychiatry 2017; 18(Suppl.3):S16
tegrating health and disorder at work. Psychiatr Rehabil J 2004; (28):8-15. 3. Zaprutko T, Kus K, Bilobryvka R, Rakhman L, Göder R, Michalak M, et al. Schizophrenia and employment: Evaluation from professionals point of view. Psychiatr Q 2015; 86(4):569-579.
23. Ulusal Sosyal Psikiyatri Kongresi ve 1. Ruhsal İyileştirim Kongresi
S17
_____________________________________________________________________________________________________
PANEL 19: ÇOCUK VE ERGENLERDE İSTİSMARA YAKLAŞIMLAR Çocuğu istismar mağduru olan ailenin iyileştirimi Tolgahan Tuncal E-posta:
[email protected] Çocuklara gösterilen ilgiye karşın, çocukların tarihin her döneminde yetişkinler veya akranları tarafından istismara uğradığı bir gerçektir ve erişkin bireylerle karşılaştırıldığında çocukların suçun mağduru olma durumları giderek artmaktadır. Çocuk istismarı söz konusu olduğunda ailenin rolü iki yönlüdür. Aile istismarın kaynağı olabileceği gibi, istismara uğramış çocuğun tedavisinde de önemli bir yardımcıdır. Aile iyileştiriminde temel ilkeler İstismarın türüne göre aile girişimleri farklılıklar göstermekle birlikte temel amaç öncelikle çocuğu ve ergeni korumak, sonra aile bütünlüğünü korumaktır. Çocuğun korunması öncelikli amaç olduğundan, yapılacak girişimin biçimini belirleyecek olan çocuğun içinde bulunduğu ruhsal durumdur. Bununla birlikte, istismar kurbanı olan çocukla birlikte istismara uğrama tehdidi altında bulunan kardeşlere dönük önleyici ve koruyucu aile girişimleri atlanmamalıdır. İstismarcı aile üyesi hakkında yapılacak değerlendirme uygulanacak iyileştirim programını belirlemede önemlidir. İstismarcı aile üyesinin istismarı sürdürdüğü ve çocuğun ruh sağlığı açısından tehdit oluşturduğu durumlarda öncelikli olarak çocuğun istismarcı aile üyesinden uzaklaştırılması ve koruma altına alınması planlanmalıdır. İstismarcı aile üyesi durumu kabul ediyor ve tedavi konusunda iş birliği içindeyse çocuğu aileden ayırmadan aile bütünlüğünü koruyarak iyileştirim programının yürütülmesi daha uygun olacaktır. Aile iyileştirimi sürecinde çocuğun aileyle birlikte görüldüğü oturumlar öncesinde ailenin diğer üyelerinin hatalarını ve eksikliklerini kabul edip özür dileyecek aşamaya gelmiş olmaları gerekir. Çocuğun suçlanacağı veya anlaşılmadığını hissedeceği tahmin ediliyorsa, aile üyelerinin birlikte görüşmeye alınmaması önerilir. Aile içi cinsel istismarda aile müdahaleleri Babanın kız çocuğuna uyguladığı cinsel istismar genellikle ergenlik öncesinde gerçekleşir. Mevcut sorunlarının saptanması ve bireye yönelik girişimlerle çözülmeye çalışılması ilk basamaktır. İkinci basamakta, istismarcı olmayan anne-babanın kabul ettiği takdirde anne-babanın birlikte görüldüğü çift görüşmelerine geçilir. Bu görüşmelerde eşler arasındaki sorunların çözüm odaklı görüşmelerle ele alınması gereklidir. Amaç babanın gücünü azaltmak ve kısıtlamak, anneyi aile dinamiği içinde dengeleyici güç durumuna getirmek olmalıdır. Daha ileri aşamalarda anne ve kız çocuğu arasındaki ilişkinin onarılarak geliştirilmesi amaçlanır. Anne-babalar hazır olmadığında aile görüşmesine geçilmesi uygun olmaz. Aile dışı cinsel istismarda ailenin iyileştirimi Cinsel istismarcının çekirdek aile dışından olduğu durumlarda ailenin tepkisi daha farklıdır. Yadsıma aşaması daha kısa sürer ve eylem aşamasına daha kolay geçilebilir. Ailenin istismara uğrayan çocuktan ayrı olarak görülmesi ve sağlıklı baş etme düzenekleri
geliştirmeleri konusunda desteklenmeleri ve davranışçı önerilerin verilmesi önerilmektedir. Değerlendirme aşamasındaki basamaklar 1. İstismarın türünü belirlemek, 2. Çocuk ve ergenin gereksinmelerini belirlemek a. İlaç tedavisinin gerekliliğinin değerlendirilmesi, b. Aile ile yürütülecek tedavi programına dönük beklentinin belirlenmesi, c. Aile ile birlikte değerlendirilmeye hazır olup olmadığının değerlendirilmesi, 3. Anne-babanın istismarın türüne göre birlikte veya ayrı ayrı değerlendirilmesi, a. Aile içi cinsel istismar durumunda anne-babanın ayrı ayrı görülmesi, b. Diğer istismar türlerinde anne-babanın öncelikle beraber değerlendirilmesi sonrasında gerekli ise ayrı ayrı değerlendirilmeleri, 4. İstismarın yinelenmesi açısından ergenin riskinin değerlendirilmesi, a. Aile içi cinsel istismar durumunda istismarcıdan ayırmak, b. Yineleyen ve yineleme riski olan fiziksel istismar durumlarında istismarcıdan ayırmak, 5. Ev içinde istismar mağduru olabilecek kardeşlere dönük koruyucu hizmetler için değerlendirme yapmak, 6. Aile içindeki gizli kurban(lar)ı belirlemek. İyileştirim aşamasındaki basamaklar 1. Kurbanın ruhsal durumunun değerlendirilmesi, gerekli tedavinin başlanması, 2. Olası kurbanların değerlendirilmesi, riskli durumların belirlenmesi, 3. Ailedeki gizli kurbanın (sıklıkla annenin) tedavisinin düzenlenmesi, 4. Anne-babanın birlikte görülmesi uygunsa, bu görüşmeye hazır oldukları aşamada anne-babalarla görüşmelerin başlatılması, 5. Toplumsal ve ekonomik destekler konusunda ailenin bilgilendirilmesi, 6. Yasal süreçler hakkında ailenin bilgilendirilmesi, 7. Anne-babalar ve ergenin birlikte görüldüğü aile tedavisinin son aşamasının gerçekleştirilmesi. Sonuç: Çocuk ve ergenin istismarında aile iyileştirimi, çocuğu veya ergeni koruma odaklı olacak şekilde çok taraflı ve çok boyutlu şekilde ele alınmalıdır. Aile üyelerinin ilk aşamada tek değerlendirilmeleri, sonrasında çift görüşmeleri ve en son aile üyelerinin bir araya getirildiği görüşmelerin yapılması önerilmektedir. Ailenin birlikteliğini korumak temel amaç olmamakla beraber önemli bir unsur olarak iyileştirimin hedeflerindendir. İstismar kurbanı olmaya aday diğer çocukları koruyacak önlemler alınmalıdır. Ailedeki gizli kurbanın belirlenerek tedavi edici girişimlerin yapılması önemlidir. Aileye yardım alabileceği kurum ve kuruluşlar bildirilmeli ve yardım alabilmelerine yardımcı olunmalıdır. Anadolu Psikiyatri Derg 2017; 18(Ek sayı.3):S17
S18
Paneller
_____________________________________________________________________________________________________
PANEL 20: SOSYAL DESTEK
Şizofrenide toplumsal destek algısı A. Nuray Karancı, ODTÜ Psikoloji Bölümü, Ankara E-posta:
[email protected] Amaç: Şizofreni hastaları hastalıklarının getirdiği güçlükler ve toplumsal rol beklentileri (örneğin, çalışma, evlilik) ile başa çıkabilmek için toplumsal desteğe gerek duymaktadırlar. Toplumsal desteğin şizofreni ile yaşayan bireylerin güçlüklerle başa çıkmalarına, duygusal iyilik hallerine, öz saygılarına ve yaşam kalitelerine olumlu etkilerinin olduğu bilinmektedir. Ancak, süreğen ruhsal hastalığı olanlar, herkesin ruh sağlığına olumlu etkileri olan sosyal desteğe erişmekte önemli güçlükler yaşayabilmektedirler. Şizofreni hastalarının toplumsal ağlarının daha küçük olduğu ve görece daha az toplumsal destek kaynaklarının olduğu bilinmektedir. Bu çalışmada şizofreni hastaları için aile ve çevrelerinden aldıkları desteği nasıl algıladıkları değerlendirilmiştir. Bu grubun algısına göre destekleyici olan ve destekleyici olmayan etkenler incelenmiştir. Yöntem: Çalışmaya Şizofreni Hastaları ve Yakınları Dayanışma Derneği ve Ankara Şizofreni ile Yaşamayı Öğrenme ve Destekleme Derneği (AŞDER) üyesi 25 erkek ve 9 kadın olmak üzere toplam 32 kişi katılmıştır. Katılımcılarla yapılan derinlemesine görüşmeler niteliksel tema analizi yöntemi kullanılarak incelenmiş ve destekleyici ve destekleyici görülmeyen davranışlar
değerlendirilmiştir. Bulgular: Araçsal (temel gereksinmeler, günlük işler, maddi destek, hastalığın yönetilmesi, bilgi desteği gibi), duygusal (ilgi, anlayış, umut aşılamak, olumlu aile ortamı gibi) ve toplumsal işlevsellik (arkadaşlık, toplumsal etkinliklere katılım olanağı gibi) desteğinin algılanan ana temalar olduğu bulunmuştur. Aşırı kontrol/karışma, küçümsenmek/dışlanmak ve gergin bir aile ortamı destekleyici olmayan unsurlar olarak belirmiştir. Ayrıca, katılımcılar başkalarına yardım etmenin, özellikle karşılıklı yardımlaşmanın onlar için destekleyici olduğunu belirtmişlerdir. Çalışmanın bulguları araçsal desteğin daha çok aileden, duygusal ve toplumsal işlevselliğe desteğin ise aile ve dernek üyelerinden alındığını göstermiştir. Sonuç: Bulgular aile ve derneklerin sosyal destek ihtiyaçlarını karşılamada önemli kaynaklar olduğunu, araçsal, duygusal ve toplumsal işlevsellik desteğinin önemli olduğunu göstermiştir. Bu sunumda bulguların aile eğitim programlarında ve uygulamalarda nasıl kullanılabileceği tartışılacaktır. Anahtar sözcükler: Şizofreni, toplumsal destek, destekleyici davranışlar ve durumlar
Kaynaklar 1. Eack SM, Newhill CE, Anderson CM, Rotondi AJ. Quality of life for persons living with schizophrenia: More than just symptoms. Psychiatr Rehabil J 2007; 30:219-222. 2. Gumber S, Stein CH. Consumer perspectives and mental health reform movements in the United States: 30 years of first-person accounts. Psychiatr Rehabil J 2013; 36:187194. 3. Karanci AN, Gök AC, Yıldırım B, Borhan N. Social support
perceptions of Turkish people with schizophrenia: What helps and what does not help. Int J Soc Psychiatry 2017, (online), https://doi.org/10.1177/0020764017726931 4. Stein CH, Aguirre R, Hunt MG. Social networks and personal loss among young adults with mental illness and their parents: A family perspective. Psychiatr Rehabil J 2013; 36:15-21.
Palyatif bakım hastalarında psikiyatrik yaklaşım Çiçek Hocaoğlu, Recep Tayyip Erdoğan Üniversitesi Tıp Fakültesi Psikiyatri ABD, Rize E-posta:
[email protected] Günümüzde tıp alanındaki teknolojik ilerlemeler ve sağlık hizmetlerinin yaygınlaşmasıyla ölüm hızları düşerek ortalama yaşam süresi uzamıştır. Başka bir deyişle, önceki yıllarla karşılaştırıldığında ortalama insan ömrü uzamıştır. Eskiden ölümcül özellikteki pek çok hastalığın bugün başarılı bir şekilde tedavi edilebilir olmasının bu duruma katkısı büyüktür. Ancak, bütün bu olumlu ve yüz güldürücü gelişmelere karşın, pek çok hasta ve hasta yakını açısından oldukça sıkıntılı geçebilen bir ‘son dönemin’ yaşanması da kaçınılmaz bir durumdur. Yaşamın son dönemi ölümün haftalar veya aylar içinde beklendiği zaman dilimi olarak tanımlanabilir. Son evredeki hasta, yaşamının son günlerini yaşayan, ölmek üzere olan hasta anlamına gelir. Farklı birçok tıbbi hastalığa bağlı ortaya çıkabilen son dönemin klinik belirti ve bulgularının iyi tanınması, Anatolian Journal of Psychiatry 2017; 18(Suppl.3):S18
tedavi edilebilmesi, hastanın ölüme hazırlık sürecinin iyi ve rahat geçmesine yardımcı olacaktır. Özellikle son dönem hastalarında sıklıkla korku, kaygı, uykusuzluk, deliryum ve çökkünlük belirtilerinin görüldüğü pek çok çalışmada belirtilmiş olmasına karşın, tanısal sınıflandırma ve tedavi yaklaşımları konusundaki bilgiler halen yeterli değildir. Ölümcül hastaların bakımında temel amaç, hastanın fiziksel ve ruhsal yönden rahatlığının sağlanması ve kalan yaşam süresinin kalitesinin artırılması olmalıdır. Hasta ve hasta yakınları için çok zor olan bu dönemde tedavi ekibinin hastaya planlı ve yeterli zaman ayırması, hasta ile iletişimin açık tutulması, hastanın yaşadığı duygularını ifade etmesinin sağlanması, ailesi ile beraberliği, destek sistemlerini harekete geçirilmesinde yardımcı olunması, uygun psikoterapötik ve psikofarmakolojik yaklaşımlar yaşam
23. Ulusal Sosyal Psikiyatri Kongresi ve 1. Ruhsal İyileştirim Kongresi
S19
_____________________________________________________________________________________________________
kalitesini arttırmada önemlidir. Özellikle son yıllarda en umutsuz durumda, kaçınılmaz ölümle yüz yüze gelindiğinde bile hayattan bir anlam çıkarılabileceği felsefesine dayanan anlam terapisi (logoterapi) yaşanan acı ve üzüntüyü gidermek veya yok etmek yerine acıyı irdeleme ve keşfetme ilkesi temel alınarak palyatif bakım uygulamalarında yer almaktadır. Sonuç olarak, tıbbi tedavilerin ve yaklaşımların yetersiz kaldığı durumlarda son dönem hastaları bugün olduğu gibi, gelecekte de var olmayı sürdüreceklerdir.
Son dönem hastalarının psikiyatrik belirti ve bozuklukları ile ilgili tanı ve tedavi yaklaşımlarına yönelik çalışmalara gereksinim vardır. Bu sunumda, konu ile ilgili temel araştırmalardan yola çıkılarak palyatif bakım hastalarındaki psikiyatrik belirti ve bozukluklara tanısal yaklaşımlar, sosyal uyum, klinik görünüm, risk etkenleri, klinik gidiş ve psikiyatrik tedavi yaklaşımları ele alınacaktır. Anahtar sözcükler: Palyatif bakım, son dönem, psikiyatrik yaklaşım
Kaynaklar 1. Yeloğlu ÇH, Güveli H, Hocaoğlu Ç. Son dönem hastalarında psikiyatrik yaklaşım. Literatür Sempozyum 2014; 2:43-50. 2. Montoya-Juarez R, Garcia-Caro MP, Campos-Calderon C, Schmidt-RioValle J, Gomez-Chica A, Marti-García C, et al. Psychological responses of terminally ill patients who are experiencing suffering: A qualitative study. Int J Nurs
Stud 2013; 50:53-62. 3. Prince-Paul M. Understanding the meaning of social wellbeing at the end of life. Oncol Nurs Forum 2008; 35:365371. 4. Akechi T. Psychotherapy for depression among patients with advanced cancer. Jpn J Clin Oncol 2012; 42:11131119.
Anadolu Psikiyatri Derg 2017; 18(Ek sayı.3):S19
S20
Paneller
_____________________________________________________________________________________________________
PANEL 21: İNTERNET BAĞIMLILIĞI İnternet bağımlılığında fenomenolojik yaklaşımlar Onur Gökçen, Dumlupınar Üniversitesi Evliya Çelebi Eğitim Araştırma Hastanesi, Kütahya E-posta:
[email protected] Davranışsal bağımlılık en geniş şekliyle, kendine ya da başkalarına zarar veren bir davranışın, olumsuz sonuçlarına rağmen yineleyen bir biçimde yapma ve bu hareketi yapmaya neden olan dürtüye karşı koyamama olarak tanımlanabilir. Bu davranışları yineleyici bir şekilde yapmayı sürdürmek bir veya daha çok alanda işlevselliği bozar. Davranışla ilgili kontrol kaybı ve yoğun zihinsel uğraş vardır. Son yıllarda yaşamın vazgeçilmez bir parçası olan internetin planlanandan fazla kullanımı bir davranışsal bağımlılık olarak görülmektedir. ‘Problemli internet kullanımı’, ‘patolojik internet kullanımı’ ve ‘kompulsif internet kullanımı’ isimleri ile de anılan internet bağımlılığı diğer bağımlılıklara benzer şekilde toplumsal, ekonomik ve mesleksel sorunlara yol açar. Konu ile ilgili erken dönem çalışmalarda ‘siber seks bağımlılığı’, ‘siber ilişki bağımlığı’, ‘internet kompulsiyonları’ ve ‘obsesif oyun oynama’ gibi alt tipler tanımlanmış ve kesilme, tolerans, toplumsal işlevsellikte azalma gibi diğer bağımlılıklar için de kullanılan ölçütler ile tanımı yapılmaya çalışılmıştır. Bu tanımlara dayanan değerlendirme araçları geliştirilmiştir. İlerleyen yıllarda internet bağımlılığına özgü tanı
ölçütleri belirlemeyi hedefleyen çalışmalar da yapılmıştır. Ruhsal Bozuklukların Tanımsal ve Sayımsal El Kitabı-5’de (DSM-5) henüz yeteri kadar kanıt olmaması ve tanı ölçütleri üzerine uzlaşı olmaması nedeniyle internet bağımlılığına yer verilmemiştir. DSM-5’in üçüncü bölümünde ‘internette oyun oynama bozukluğu’ tanı ölçütleri belirtilmiştir. Son 20 yılda internetin kullanım amaçlarının çoğalarak günlük yaşama daha egemen olması, önceden belirtilen tanımlama ölçütlerini daha da tartışılır hale getirmiştir. Tüm gün ulaşılabilir olması, eğlenceden eğitime, alışverişten toplumsallaşmaya kadar birçok farklı amaçla kullanılabilir olması, patolojik ve patolojik olmayan kullanımı arasındaki sınırın belirlenmesini zorlaştırmaktadır. Bu nedenle ilerleyen günlerde daha büyük bir sorun olmaya aday olan internet bağımlılığının diğer bağımlıklarla birçok ortak özelliği olmasına rağmen, kendine has bir tanıma ve tanı ölçütlerine gerek vardır. Anahtar sözcükler: İnternet bağımlılığı, davranışsal bağımlılık, bağımlılık
Kaynaklar 1. Grant JE, Schreiber LRN, Odlaug BL. Phenomenology and treatment of behavioural addictions. Can J Psychiatry 2013; 58(5):252-259. 2. Musetti A, Cattivelli R, Giacobbi M, Zuglian P, Ceccarini M, Capelli F, et al. Challenges in internet addiction disorder: Is a diagnosis feasible or not? Front Psychol 2016; 7:1-8. 3. Ko CH, Yen JY, Yen CF, Chen CS, Chen CC. The association between Internet addiction and psychiatric
disorder: A review of the literature. Eur Psychiatry 2012; 27(1):1-8. 4. Young KS. Psychology of computer use: XL. Addictive use of the Internet: A case that breaks the stereotype. Psychol Rep 1996; 79(3 Pt 1):899-902. 5. Tao R, Huang X, Wang J, Zhang H, Zhang Y, Li M. Proposed diagnostic criteria for internet addiction. Addiction 2010; 105(3):556-564.
İnternet bağımlılığının biyolojik temelleri Celaleddin Turgut, Kahramanmaraş Göksun Devlet Hastanesi, Kahramanmaraş E-posta:
[email protected] Yeni teknolojilerin ve internetin gelişimiyle birlikte son çeyrek yüzyılda yaşamımız değişmeye başladı. Bunların etkisiyle iletişim kurma biçimimiz, sosyalleşmemiz, eğlence anlayışımız, çalışmamız ve düşüncelerimiz dönüştü. Günümüzde doğanlar için internet vazgeçilmez bir arkadaş olarak yaşamımızda yer buldu. Internet üzerinden çevrimiçi olarak sunulan verilerin yanlış kullanımı veya uygunsuz kullanımı, genellikle davranışsal bağımlılığı andıran bir belirti deseninin gelişmesini destekleyebilir. Son zamanlarda, birçok araştırmacı, özellikle toplumsal paylaşım ağlarının aşırı veya zorlantılı kullanılması veya oyun oynamak gibi internet ilişkili bozuklukların bir bağımlılığa benzediğini düşünmeye başlamıştır. Genellikle diğer davranışsal bağımlılıklardaki gibi, etkilenen kişilerdeki önemli değişiklik kendi internet kullanımını denetleyememeleridir. Dolayısıyla, çeşitli belirgin toplumsal ve/ veya ruhsal zorluklar ortaya çıkabilir. Anatolian Journal of Psychiatry 2017; 18(Suppl.3):S20
Davranışsal bağımlılıklarda yapılan beyin görüntüleme çalışmalarında madde bağımlılıklarındaki bulgulara benzer nörobiyolojik değişiklikler gösterilmiştir. Bu değişiklikler şunları içerir: Çatışma algılamada daha düşük etkinlik, bilgi işlemede daha az etkinlik, düşük bilişsel kontrol, yetersiz yönetim kontrolü ve gelişmiş ödül duyarlılığı. Nörobiyolojik çalışmalar alanında biriken kanıtlar, alın kabuğunun (prefrontal cortex) internet bağımlılığı gelişiminde önemli bir rol oynadığını göstermektedir. Bu görüş, ergenlerin beyninin o özel alanında eksik, ancak hızla gelişen olgunlaşma nedeniyle belirli bir yatkınlığı düşündürmektedir. İnternet oyun bağımlılığı olan ergenlerde orbito-prefrontal kabuktaki azalmış kalınlık etkili bir baskılama kontrolü için daha az olgun bilişsel sel düzeneğe sahip olduklarıyla ilişkili olduğunu düşündürmektedir.
23. Ulusal Sosyal Psikiyatri Kongresi ve 1. Ruhsal İyileştirim Kongresi
S21
_____________________________________________________________________________________________________
İşlevsel manyetik rezonans görüntüleme yöntemiyle internet bağımlılığında beyincik, sağ singulat kıvrım, bilateral parahippocampus, sağ frontal yumru, sol superior frontal kıvrım, sol precuneus, sağ postsentral kıvrım, sağ orta oksipital kıvrım, sağ inferior temporal kıvrım, sol superior temporal kıvrım ve orta temporal kıvrım ilişkili bulunmuştur. Beyin gri madde yoğunluğunu araştıran hacim tabanlı morfometrik analizlerde, sağlıklı kontrollere göre internet bağımlılığı olan kişilerde sol anterior singulat kabuk, sol posterior singulat kabuk, sol insula ve sol lingual kıvrımda azalmış gri madde yoğunluğu bulunmuştur. Bağımlılık davranışıyla ilgili kuram, bu yatkınlığı olan bireylerin yeterli sayıda dopamin almaçlarına sahip olmamaları veya yetersiz miktarda serotonin/dopami-
ne sahip olmaları ve böylece çoğu insanın ödüllendirici bulacağı etkinliklerde normal düzeylerde haz alma konusunda zorluk çekiyor olmasıdır. Hazzı arttırmak için bu bireylerin, dopaminin artışını teşvik eden, onları daha fazla ödüllendiren ama onları bağımlılık için daha yüksek riske sokan davranışlara daha fazla başvurma olasılıklarının yüksek olduğu bilinmektedir. Genetik çalışmalarında internet bağımlılığı olan bireylerin rs1044396 (nikotinik asetilkolin geninin genetik varyasyonu) geninin CC genotipinde anlamlı yükselmeler gösterilmiştir. Bu sinir ileticileri beyin ödül sistemini etkinleştirmede önemli rol oynar. İnternet bağımlılığı alanında çalışmalar giderek artmaktadır. Bağımlılığın biyolojik temellerini anlamada genetik ve beyin görüntüleme alanında daha ileri çalışmalara gerek duyulmaktadır.
Kaynaklar 1. Cerniglia L, Zoratto F, Cimino S, Laviola G, Ammaniti M, Adriani W. Internet addiction in adolescence: Neurobiological, psychosocial and clinical issues. Neurosci Biobehav Rev 2017; 76:174-184. 2. Yuan K, Qin W, Liu Y, Tian J. Internet addiction: Neuroimaging findings. Commun Integr Biol 2011; 4:637-639. 3. Caballero A, Tseng KY. GABAergic function as a limiting factor for prefrontal maturation during adolescence. Trends
Neurosci 2016; 39(7):441-448. 4. Hong S, Kim J, Choi E, Kim H, Suh J, Kim C, et al. Reduced orbitofrontal cortical thickness in male adolescents with internet addiction. Behav Brain Funct 2013; 9:11. 5. Montag C, Reuter M (Eds.). Internet Addiction: Neuroscientific Approaches and Therapeutical Implications Including Smartphone Addiction. Second ed., Switzerland: Springer, 2017.
İnternet bağımlılığı ve eşlik eden ruhsal bozukluklar Nermin Gündüz, Dumlupınar Üniversitesi Tıp Fakültesi, Evliya Çelebi Eğitim ve Araştırma Hastanesi, Psikiyatri Kliniği, Kütahya E-posta:
[email protected] İnternet kullanımının kolay erişilebilir olması, bireylerin yaşamını eğitim, alışveriş, iletişim gibi pek çok alanda kolaylaştırması nedeni ile günden güne artmaktadır. Son yıllarda internetin sağladığı olanakların yanı sıra bazı ruhsal bozuklukların da ortaya çıkmasını kolaylaştırabileceği ile ilgili yayınların artışı dikkat çekicidir. Sanal ortamlarda geçirilen zamanın artması kişilerin ruhsal-toplumsal davranışlarında ve yaşamsal etkinliklerinde önemli değişiklikler ortaya çıkarmaktadır. Bu nedenle patolojik internet kullanımına ilişkin tanımlamaların yapılması zorunlu duruma gelmiştir. Patolojik internet kullanımı veya internet bağımlılığı internetin aşırı kullanılmasına yönelik isteğin önüne geçilememesi, internete bağlı olmadan geçirilen zamanın önemini yitirmesi, yoksun kalındığında aşırı gerginlik durumu ve saldırganlık ortaya çıkması ve kişinin mesleksel, okul, toplumsal ve aile yaşamının giderek bozulması olarak tanımlanabilir. Dünyada internet bağımlılığı yaygınlık oranları %1.5-8.2 arasında değişmektedir. Avrupa ülkelerinde yapılan geniş çaplı bir çalışmada ise, yaygınlığı %4.4 oranında bulunmuştur. Batı ülkelerine benzer olarak, ülkemizde de 2000 yılında %3.1 olan internet kullanım yaygınlığı önemli oranda artış göstererek 2007 yılında %22.5 oranına ulaşmıştır. Genç internet kullanıcıları, özellikle 18-24 yaşları arasındaki kullanıcılar internet bağımlılığı açısından daha fazla risk altındadırlar. Türkiye İstatistik Kurumu’nun
2012 yılı hane halkı bilişim teknolojileri kullanımı araştırması sonuçlarına göre bilgisayar ve internet kullanım oranının en yüksek olduğu yaş grubu 16-24’tür. Eğitim durumuna göre en fazla internet kullanım oranı %93 ile yüksekokul, fakülte ve daha üst eğitim almış bireylerdedir. İnternette çok zaman geçirme kişilerin fiziksel etkinliklerinin giderek azaldığı bir yaşam sürmelerine neden olarak yaşam şekillerini olumsuz etkilemektedir. Bazı kesitsel çalışmalarda internet bağımlılığının düzensiz yeme alışkanlıkları, internette giderek daha çok zaman geçirme, fiziksel etkinlikte azalma ve uyku süresinin kısalması gibi yaşam tarzı ile ilişkili pek çok etken üzerinde olumsuz etkiye neden olduğu gösterilmiştir. İnternet bağımlılığına birçok ruhsal bozukluğun eşlik etmesi dikkat çekmektedir. Literatürde internet bağımlılığının çökkünlük belirtileri, takıntı zorlantı bozukluğu, utangaçlık, sosyal yalıtım, iletişim becerilerinde bozulma, sosyal fobi, dikkat eksikliği hiperaktivite bozukluğu, anksiyete belirtileri, yeme bozuklukları, alkol madde bağımlılığı, dürtüsellik, duygu yitimi (aleksitimi), yalnızlık hissi, düşük benlik saygısı, risk alıcı davranışlar, öfke kontrol sorunları, uyku bozuklukları gibi ruhsal bozukluklarla ilişkili olduğu dikkat çekmektedir. Bu sunumun amacı, internet bağımlılığına eşlik eden ruhsal bozuklukların gözden geçirilmesidir.
Anadolu Psikiyatri Derg 2017; 18(Ek sayı.3):S21
S22
Paneller
_____________________________________________________________________________________________________
İnternet bağımlılığı ve tedavi yaklaşımları Orhan Kocaman, Dumlupınar Üniversitesi Evliya Çelebi Eğitim Araştırma Hastanesi, Kütahya E-posta:
[email protected] İnternet bağımlılığı, genel olarak internetin aşırı kullanılma isteğinin önüne geçilememesi, internete bağlı olmadan geçirilen zamanın önemini yitirmesi, yoksun kalındığında aşırı sinirlilik olması ve kişinin iş, toplumsal ve aile yaşamının giderek bozulması olarak tanımlanabilir. Farklı ölçütlerle de olsa, bugüne kadar gençlerde yapılan çalışmalar internet bağımlılığı yaygınlığının %0.938 ve çevrimiçi anketler kullanılarak yapılan çalışmalarda %3.5-18 arasında olduğunu göstermektedir. Genel olarak erkeklerde kızlara oranla 2-3 kat daha fazla görülmektedir. Standart bir tanımlama olmaması, farklı ölçeklerin kullanılması, ölçeklerde farklı kesme değerlerinin olması internet bağımlılığının yaygınlığının belirlenmesini zorlaştırmaktadır. İnternet bağımlılığı sorun olarak kabul edilmesine rağmen bu sorunun nasıl ve neden ortaya çıktığı tam olarak açıklanmış değildir. İnternet bağımlılığının diğer psikiyatrik hastalıklarda olduğu gibi çok etkenli olduğu düşünülmektedir. İnternet bağımlılığı ile ilgili şimdiye kadar yapılan araştırmalar internet bağımlılarında sıklıkla farklı psikiyatrik bozuklukların eşlik ettiğini göstermektedir. Başta duygudurum bozuklukları, anksiyete bozuklukları,
dürtü denetim bozuklukları, dikkat eksikliği hiperaktivite bozukluğu ve madde kullanımı olmak üzere diğer psikiyatrik bozukluklar internet bağımlılığına sıklıkla eşlik etmektedir. Aşırı internet kullanımının gerçekten ayrı bir bozukluk mu olduğu, yoksa altta yatan başka bir psikiyatrik bozukluğun bir belirtisi mi olduğu iyi ayırt edilmeli ve tedavisi buna göre planlanmalıdır. Altta yatan psikiyatrik bozukluk saptanmışsa, öncelikle bunun tedavi edilmesi önerilmektedir. İnternet bağımlılığının tedavisinde hem ilaç tedavisi hem de psikoterapi yöntemleri önerilmektedir. İlaç tedavisi içinde antidepresanlar, duygudurum düzenleyiciler, antipsikotikler, psikostimülanlar ve naltrekson yer almaktadır. Psikoterapi yöntemleri arasında ise, bilişsel davranışçı terapi ve aile terapisi yer almakta olup destek grupları da önemli rol oynamaktadır. Etkin tedavide bireysel yaklaşımlar önemli olup psikoterapi ve ilaç tedavisinin birlikte kullanımı ile en iyi sonuçların alınacağı düşünülmektedir. Bu sunumda internet bağımlılığına yönelik tedavi yaklaşımlarının gözden geçirilmesi hedeflenmektedir. Anahtar sözcükler: İnternet bağımlılığı, ek tanı, tedavi
Kaynaklar 1. Arısoy Ö. İnternet bağımlılığı ve tedavisi. Psikiyatride Güncel Yaklaşımlar 2009; 1(1):55-67. 2. Chakraborty K, Basu D, Kumar K. Internet addiction: Consensus, controversies, and the way ahead. East Asian Arch Psychiatry 2010; 20(3):123-132. 3. Niemz K, Griffiths M, Banyard P. Prevalence of pathological internet use among university students and correlations with self-esteem, the general health questionnaire
Anatolian Journal of Psychiatry 2017; 18(Suppl.3):S22
(GHQ), and disinhibition. Cyber Psychology & Behavior 2005; 8(6):562-570. 4. Bozkurt H, Şahin S, Zoroğlu S. İnternet bağımlılığı: Güncel bir gözden geçirme. Çağdaş Tıp Dergisi 2016; 6(3):235247. 5. Przepiorka AM, Blachnio A, Miziak B, Czuczwar SJ. Clinical approaches to treatment of internet addiction. Pharmacol Rep 2014; 66:187-191.
23. Ulusal Sosyal Psikiyatri Kongresi ve 1. Ruhsal İyileştirim Kongresi
S23
_____________________________________________________________________________________________________
PANEL 22: RUHSAL BOZUKLUKLARDA BİR İYİLEŞTİRİM MODELİ: SANATLA PSİKOTERAPİ
Sanat psikoterapisinin ruhsal iyileştirimde kullanımı: Programın tanıtımı ve işleyişi Nurhan Eren, İstanbul Üniversitesi İTF Psikiyatri ABD, Sosyal Psikiyatri Servisi, İstanbul E-posta:
[email protected] Süreğen ruhsal bozukluğu olan ve çoğu zaman toplumsal yaşamın dışında kalan bireylerin en temel sorunu günlerini nasıl geçirecekleri konusudur. İlaç veya hastane tedavileri belirtilerin yatışması veya düzelmesinde etkili olmakla beraber, hem hastalıkla ilişkili olarak yaşanan kayıplar, hem de yaşamsal streslerle başa çıkmada yaşanan zorluklar bu hastaların tedavisinde ruhsal-toplumsal yaklaşımları gerekli kılmaktadır. Sanat terapileri bu alanda oldukça yararlı bir yöntem olarak öne çıkmaktadır. Çeşitli alanlarda işlevsellik kaybı olan bireylerde, sanat terapisi yoluyla duyusal, fiziksel, psikomotor, bilişsel, duygusal ve ilişkisel onarım sağlamak olasıdır. Sanat psikoterapisi, hastaya eleştirel olmayan bir ortamda, kendini güvenle ifade edebileceği bir alan sunarak, kendisi ve diğer insanlar hakkında yeni bakış açıları kazanmasını ve bunu yaşama uyarlamasını sağlayan bir sağaltım biçimidir. Görsel, işitsel ve dokunsal birçok yolla bir sanat ürünü üretme ve onu anlamlandırma yoluyla yapılan tedavilerin kökeninde yer alır. Bu sürecin bir yönü, ‘sanat yapma süreci’ olarak doğrudan sanatsal çalışmanın kendisinin iyileştirici özelliklerini; diğer yönü ‘terapide sanat’ olarak ifade edilen, sanatsal çalışmayı terapötik bir araç olarak kullanmayı vurgular. Diğer terapi biçimlerinden farklı olarak sanat/yaratılan ürün, üçüncü bir el olarak kullanılır. Hem hasta, hem de terapist için sözelleştirilemeyen veya sözel olarak taşınamayacak ilkel, dürtüsel, henüz şekillenmemiş ve yaşama aktarılabilir sembolik bir anlamlandırma kazanmamış birçok yaşantıyı ifade etmeye olanak sağlar. Yaratıcı bir ürün oluşturma yoluyla, hem karmaşık ve yoğun duygular için bir çıkış bulmayı ve düşünsel düzeyde sözlü ifade edilmelerine olanak sağlamayı, hem de kendi içinde öz-farkındalık geliştirme ve büyümeyi amaçlar. Sanat terapisinde, terapistin güven ve iş birliğini sağlamada kullandığı üç önemli alan vardır: Otantiklik, yara-
tıcılık, iyileşmeye bakış. Otantiklik (doğallık/özgünlük): Ruhsal sorunları olan bireylerle çalışırken sanat terapistinin tutumu, ne söylediğinden daha önemli ve gereklidir. Çünkü, sanat malzemeleriyle kurulan doğal ve içten birliktelik, sanat terapisinin en temel iyileştiricilerindendir. Sanatla terapötik birliktelik, bu kişileri tüm yönleriyle bir insan olarak görmeyi sağlar. Sanat terapi grubundaki bireyler, daha az yalnız ve daha bütünlüklü hissetmelerini sağlayacak ilişkilerin güvenli ve yaratıcı yollarla kurulabileceğini öğrenirler. Sanat terapi grubunun ötesine ve yaşamlarının içine taşıyacakları kişisel güven alanı oluşturmaya başlarlar. Yaratıcılık: Sanat terapisinde kişinin kendi potansiyellerini keşfetmesine olanak sağlayan, yaratıcılığı özendiren bir yaklaşım gereklidir. Bu kişilerin yaşamlarında sanat olması, ‘üreten’ olmak, ‘sanatçı’ olmak gibi olumlu toplumsal bir kimlik kazanmalarına ve ‘akıl hastası’ olmak gibi olumsuz bir etiketten kurtulmalarına olanak sağlar. İyileşme: İyileşme terimi hastalık, kayıp ve travma gibi ıstırap verici derin deneyimleri de içerir. Hastalık sürerken bile hastalığın kısıtlamalarının ötesinde, anlamlı bir yaşam kurabilmelerini hedefler. Kronik ruhsal hastalığı olan bireylerle başarılı olan terapistler, danışanlarının uzun dönemde umut dolu iyileşmelerine, kötümser tedavi süreçlerinden daha fazla odaklanmaktadır. Sanat terapi yaklaşımları iyileşmeyi, kendini keşfetme, saygın ve amacı olan bir yaşam oluşturarak kişinin güçlenmesini sağlayan dönüşümsel ve gelişimsel bir süreç olarak ele almaktadır. Bu sunumda, bu ilkeler doğrultusunda İÜ İTF Psikiyatri Anabilim Dalı’nda 2011 yılından bu yana ruhsal bozuklukların psikoterapi ve iyileştirimi amacıyla, sanat psikoterapisi ve iyileştirim programında yürütülen çalışmalardan örnekler paylaşılacaktır.
Kaynaklar 1. Spaniol S. Art therapy with adults with severe mental illness. CA Malchiodi (Ed.), Handbook of Art Therapy, New York: The Guilford Press, 2012. 2. Van Lith T, Fenner P, Schofield M. Art therapy in reha-
bilitation. JH Stone, M Bloin (Eds.), International Encyclopedia of Rehabilitation, 2012. 3. Eren N. Psikiyatride bakım için sanatın ve sanat terapisinin yeri. Türkiye Klinikleri Özel Sayı 2015; 1(1):95-104.
Süreğen ruhsal hastalıklarda fotoğraf terapisinin işlev kaybını önlemedeki rolü Oya Çelik Aypak, İstanbul Tıp Fak., Psikiyatri ABD, Sanat Psikoterapisi ve Rehabilitasyon Programı, İstanbul E-posta:
[email protected] Fotoğrafların bireyin gerçekliğini temsil ettiği düşünülmektedir. Bir fotoğraf için verilen her karar iç ölçülere dayanır. Bireyi etkileyen görselin onun için belirli bir anlamı bulunmaktadır. Fotoğraf dışsal gerçekliğin canlı ve konsantre parçaları olarak görev yaptığı kadar, iç dünyamızın nesnel temsili olarak da görev yapar. İki
kişi aynı fotoğraflardan bambaşka gerçeklikler ve anlamlar çıkarabilir. Terapi esnasında, fotoğraflar bilinçdışına giden bir yol olarak görülebilir. Fotoğrafa yüklenen anlamlar kişinin geçmişteki ve şimdiki yaşantılarının, gereksinme ve Anadolu Psikiyatri Derg 2017; 18(Ek sayı.3):S23
S24
Paneller
_____________________________________________________________________________________________________
beklentilerinin bir yansımasıdır ve bu çoğunlukla bilinçdışı bir süreçtir. Bu anlamda fotoğraf, hastanın bilinçsiz olan şeylerden söz etmesi, terapistin hastanın gerçekliğine girebilmesi ve hastanın iç dünyasında ne olduğunu hem terapistin, hem de hastanın fark edebilmesi için işlevsel bir araç olarak kullanılabilmektedir. Hasta için görsel imgeler üretme olanağı sağlayan fotoğraf, düşünce ve duyguları ifade etmek için daha yapılandırılmış bir yol sağlamakta ve projektif-sembolik bir iletişim aracı olarak işlev görmektedir. Her grup psikiyatrik bozuklukla çalışılabilecek fotoğraf terapisi, psikotik bozukluklar ve ağır kişilik bozuklukları gibi süreğen psikiyatrik bozukluklarda gerçeklik algısı, parça-bütün ilişkisi, bütünleştirme, içsel ve dışsal dünyanın ayrımı, simgeleştirme kapasitesinin gelişimine ve ego işlevlerinin geliştirilmesine katkıda bulunabilir. Süreğen ruhsal bozukluk hastalarında fotoğrafla terapinin hastalık belirtileri, işlevsellik, duygu düzenleme, bilişsel beceriler ve baş etme becerileri üzerindeki etkisini belirlemek amacıyla İÜ İTF Psikiyatri Anabilim Dalı'nda terapi öncesi ve sonrasını kapsayan bir çalışma yapılmıştır. Çalışmaya 14kronik şizofreni veya psikotik bozukluk hastası alınmıştır. Yedi hasta rutin
ilaç tedavisinin yanı sıra 28 haftalık fotoğraf terapisi grubuna alınmış, yedi hastaya yalnız rutin ilaç tedavisi uygulanmıştır. Tüm hastalara tedavi öncesi ve sonrası Beck Depresyon Ölçeği, Beck Anksiyete Ölçeği, Duygu Düzenleme Güçlüğü Ölçeği, İşlevselliğin Genel Değerlendirmesi Ölçeği, Stresle Başa Çıkma Stratejileri Ölçeği ve Nöropsikolojik Test Bataryası uygulanmıştır. Bulgular, terapi grubunda çökkünlük ve genel belirti düzeyleri açısından istatistiksel olarak anlamlı azalma olduğunu; bilişsel beceriler ve işlevsellik açısından ise istatistiksel olarak anlamlı iyileşme olduğunu göstermiştir. Bunun yanı sıra Başa Çıkma Stratejileri Ölçeğinin iyimserlik alt ölçeğinde istatistiksel olarak anlamlı gelişme bulunmuştur. Bu sunumda fotoğraf terapisi ve uygulama yöntemleri hakkında bilgi verilecek ve etkisi üzerine yapılmış araştırma bulgular sunularak süreğen ruhsal bozukluklarda fotoğraf terapinin koruyucu rolü üzerinde durulacaktır. Anahtar sözcükler: Sanat terapi, fotoğraf terapisi, psikotik bozukluk, şizofreni
Kaynaklar 1. Berger J. Görme Biçimleri. Y Salman (Çev.), İstanbul: Metis Yayıncılık, 1999. 2. Riley RG, Manias E. The uses of photography in clinical nursing practice and research: A literature review. Journal of Advanced Nursing 2004; 48(4):397-405.
3. Wald HS, Norman DR, Walker J. Reflection through the arts: focus on photography to foster reflection in a health care context. Living Beyond-an interactive photographic exhibit. Reflective Pract 2010; 11(4):545-562.
Şizofreni hastalarında seçmeci (eklektik) müzik terapinin duygusal iyileştirici gücü Özgür Salur, İstanbul Üniv. İstanbul Tıp Fak. Psikiyatri ABD, SPR Programı, İstanbul E-posta:
[email protected] Müzik, tarih boyunca topraklarımızda ve dünyanın hemen her yerinde sağlık alanında kullanılmış, günümüzde de evrensel değerlerle ve kanıta dayalı şekilde kullanılması sürdürülmektedir. ‘Müzik terapi eğitimi almış profesyonel bir terapist tarafından, müzikal terapötik girişimlerin, klinik çercevede ve kanıta dayalı şekilde, bir terapötik ilişki içinde, kişiye özel belirlenen hedeflere yönelik kullanılmasıdır.’ şeklinde tanımlanabilecek müzik terapide terapist, müziği bilinçdışına ve iç görüye giden bir yol, bir dışa vurum, ifade, ortak yaratım ve güdülenme aracı ve ödül olarak kullanır. Müziğin beraber şarkı söyleme, klinik doğaçlamalar, müzikal oyunlar, beden perküsyonu gibi tekniklerle kullanıldığı seçmeci (eklektik) müzik terapinin şizofreni hastalarındaki etkilerini belirlemek amacıyla, İÜ İTF Psikiyatri Anabilim Dalı'nda tedavileri sürmekte olan altı şizofreni hastası katılımcıyla 20 oturum süren bir müzik terapi süreci yürütülmüştür. Sürecin öncesi ve sonrasında katılımcılara Beck Depresyon Ölçeği, Beck
Anksiyete Ölçeği, Duygu Düzenleme Güçlüğü Ölçeği, İşlevselliğin Genel Değerlendirmesi Ölçeği, Stresle Başa Çıkma Tarzları Ölçeği, Bireysel ve Sosyal Performans Ölçeğ , İç-Dış Kontrol Odağı Ölçeğ , Ş zofren Hastalarında İşlevsel İy leşme Ölçeğ , Grup Sağaltıcı Etkenler Listesi uygulanıp birincil veri olarak değerlendirilmiştir. İkincil veri olarak terapi ekibi tarafından tutulan oturum notları birincil verilerle karşılaştırılmıştır. Bulgular, genel işlevsellikte istatistiksel olarak anlamlı artış, depresyon düzeyinde ve duygusal farkındalık kaynaklı duygu düzenleme güçlüğünde ise istatistiksel olarak anlamlı azalma olduğunu göstermiştir. Bu değişiklikler literatürle uyumludur. Bu sunumda, müzik terapi ve uygulama yöntemleri hakkında bilgi verilecek, araştırma bulguları sunulacak ve çalışmalardan örnekler izletilecektir. Anahtar sözcükler: Sanat terapi, müzik terapi, şizofreni
Kaynaklar 1. Bruscia KE. Defining Music Therapy. Second ed., Gilsum, NH: Barcelona Publishers, 1998.
Anatolian Journal of Psychiatry 2017; 18(Suppl.3):S24
2. Gouk P. Music Healing in Cultural Contexts. Aldershot: Ashgate, 2000.
SÖZEL BİLDİRİLER
S26
Sözel bildiriler
_____________________________________________________________________________________________________
SB 01 - Kanserli hastaların kemoterapi sırasında canlı ve kayıttan müzik terapisinin etkisinin incelenmesi Ayla Yıldırım Karaca,1 Necdet Abdi Turhan,2 Seçil Günher Arıca,3 Nur İnci,4 Asena Ece Taner,5 Gülsüm Kıvanç6 1
Okmeydanı Eğt. ve Arş. Hast., İstanbul; 2 Derince TRSM, Kocaeli; 3 Sağlık Bilimleri Üniv. Aile Hekimliği ABD; 4 Esenyurt Üniv., İstanbul; 5 Maltepe Üniv. Psikoloji Bölümü, İstanbul; 6 Bahçeşehir Üniv. Psikoloji Bölümü, İstanbul E-posta:
[email protected] Amaç: Çalışmada amaç, onkolojik olguların canlı ve kayıttan müzik dinletilirken verdikleri tepkileri ve kaygı düzeylerini ölçmektir. Canlı pentatonik müzik kullanılarak, müziğin rahatlatıcı etkisi araştırılmak istenmiştir. Amaçlardan biri de kemoterapinin hastalar üzerindeki yan etkilerini azaltmaktır. Yöntem: Katılımcılar, Okmeydanı Eğitim ve Araştırma Hastanesi Onkoloji Kliniği’nde tedavi gören, 18-80 yaşları arasında (Ort.: 54.5), 49 kadın, 51 erkek, toplam 100 kişiden oluşmuştur. Katılımcılar rastgele iki gruba ayrılmışlardır. Ölçek olarak ‘Durumluk-Sürekli Kaygı Ölçeği’ kullanılmıştır. Durumluk Kaygı Ölçeği, bireyin belirli zaman ve koşullarda kendini nasıl hissettiği hakkında 20 maddelik bir ölçektir. Sürekli Kaygı Ölçeği, bireyin genel anlamda kendini nasıl hissettiği hakkında 20 maddelik bir ölçektir. Önce katılımcılar çalışma hakkında bilgilendirilmiş, ön test olarak ölçek uygulanmıştır. Kemoterapi başladıktan sonra Mart-Nisan 2016’da beş hafta boyunca, haftada bir gün canlı pentatonik müzik uygulaması yapılmıştır. Uygulamada ud, ney, bendir ve su sesleri kullanılmıştır. Hastaların rahat pozisyonda, premedikasyon işlemleri bittikten sonra müziği dinlemeleri istenmiştir. Beş haftalık canlı müzik uygulamasından sonra, katılımcılar ölçeği yeniden doldurmuşlardır. Nisan-Mayıs 2016’da aynı müziğin kaydedilmesiyle kayıttan dinletilmiştir. Datalar SPSS 20 programıyla,
Anatolian Journal of Psychiatry 2017; 18(Suppl.3):S26
bağımsız ve bağımlı t-testiyle ölçülmüştür. Bulgular: Hastaların canlı müzik dinlemeden önceki (42.5±6.06) ve dinledikten sonraki anlık kaygı düzeyleri (50.4±4.20) arasında anlamlı bir fark bulunmuştur. Buna göre, hastaların kaygı düzeyi, canlı müzikten sonra düşüşe geçmiştir (t=10.76, p0.05). Kısırlık tipine göre global stres puanında farklılaşma göstermediği bulunmuştur (F=1.79, df=1, p>0.05). Yaş olarak gruplandırıldıklarında anne-baba olma gereksinmesi birinci grupta (18-35 yaş) ikinci gruptan (36-45
2
Tıp Fak., Ruh Sağlığı ve Hast. ABD, Kocaeli
yaş) anlamlı olarak daha yüksek bulunmuştur (t(96)=2.16, p